be professionalDenemeler

okulun en güzel kızına çift kaşarın üstüne çift kaşarlı, gözümün tutmadığı hırbolara şifahen kaşarlı tost yaptığım günlerdi. babam, bankada güvenlik görevlisi, annem ile ben de okuldaki kantinimizi işletiyorduk. hayat, ta o zamanlar bana mahalledeki insanları üçe bölmem gerektiğini öğretmişti: 1- asla bulaşmamam gerekenler, 2- hunharca dayak yiyeceğimi bilsem bile kavga etmem gerekenler, 3- rahatça dövebileceklerim. ilk kategoride mami gibiler vardı örneğin. beni canı pahasına severdi. zaten, her şeyden ya ölümüne nefret eder ya da ölümüne severdi. yine de kendisinden çok tırsardım. ben değil tabi sadece elbette, karşı mahallenin bebeleri de öyle. kavgaya giderken, ben kelebek çıkarır, akrobatik hareketler yapardım. mami, jilet çıkarır, derinden kendi kolunu keserdi. herkes bilirdi ki, kendine bunu yapan karşıdakinin ciğerini söker. bankada işe başladım günlerde ise, hayat bana buradaki insanları kaça bölmem gerektiğini öğretmemişti. uzun süre, zannettim ki hunharca dayak yiyeceğimi bilsem bile kavgaya tutuşmam gerek buradakilerle. yalakalıklarına, oyunlarına, kendi küçük dünyalarının kahramanlıklarına, dedikodularına… hani, en azından elimden hiçbir şey gelmiyorsa da surat asma hakkım saklı olsun. şimdi, elimde bir çay bardağı, arka fonda radio tarifa’dan “sin palabras”, karşımda koskoca bir ankara manzarası… düşünüyorum da: asla bulaşmamam gerekirdi. onlar her ‘para’ dediklerinde, onlar her ‘itibar’ dediklerinde, onlar “insan zaten hayattan daha başka ne bekler ki?” diye ünlediklerinde çoktan […]
10 Tem 2019 • Kişisel Blog

okulun en güzel kızına çift kaşarın üstüne çift kaşarlı, gözümün tutmadığı hırbolara şifahen kaşarlı tost yaptığım günlerdi. babam, bankada güvenlik görevlisi, annem ile ben de okuldaki kantinimizi işletiyorduk. hayat, ta o zamanlar bana mahalledeki insanları üçe bölmem gerektiğini öğretmişti: 1- asla bulaşmamam gerekenler, 2- hunharca dayak yiyeceğimi bilsem bile kavga etmem gerekenler, 3- rahatça dövebileceklerim. ilk kategoride mami gibiler vardı örneğin. beni canı pahasına severdi. zaten, her şeyden ya ölümüne nefret eder ya da ölümüne severdi. yine de kendisinden çok tırsardım. ben değil tabi sadece elbette, karşı mahallenin bebeleri de öyle. kavgaya giderken, ben kelebek çıkarır, akrobatik hareketler yapardım. mami, jilet çıkarır, derinden kendi kolunu keserdi. herkes bilirdi ki, kendine bunu yapan karşıdakinin ciğerini söker. bankada işe başladım günlerde ise, hayat bana buradaki insanları kaça bölmem gerektiğini öğretmemişti. uzun süre, zannettim ki hunharca dayak yiyeceğimi bilsem bile kavgaya tutuşmam gerek buradakilerle. yalakalıklarına, oyunlarına, kendi küçük dünyalarının kahramanlıklarına, dedikodularına… hani, en azından elimden hiçbir şey gelmiyorsa da surat asma hakkım saklı olsun. şimdi, elimde bir çay bardağı, arka fonda radio tarifa’dan “sin palabras”, karşımda koskoca bir ankara manzarası… düşünüyorum da: asla bulaşmamam gerekirdi. onlar her ‘para’ dediklerinde, onlar her ‘itibar’ dediklerinde, onlar “insan zaten hayattan daha başka ne bekler ki?” diye ünlediklerinde çoktan anlamam gerekirdi. kendilerine bunu yapan bana ne yapmaz? oğlum mami, ciğerimi deştiler. neredesin lan?

ömerburaktek ontemmuzikibinonkuz, ankara