biz bu hengamenin neresindeyiz?Denemeler

iktidar cephesini tuğçe kazaz’ın tuttuğu, muhalefetini atilla taş’ın yaptığı bu topraklarda bizler sahiden ne yapıyoruz? yeni bir facebook hesabının tüm insani birlikteliklerimizi sekteye uğratacak kadar içimize girmesine ne ara izin verdik? twitter hesabımızın çalınmasına içerleyecek kadar önemsediğimiz bu mecraların bize bir diyecekleri var elbette, ama ne, bilebiliyor muyuz? ”zaman akıp giderken” deyip başlayan cümlelerin gerisinde bize kalan edebiyat parçacıklarını dişimizden kürdanın ucuyla ittire ittire söküp attığımızı biliyorum. en azından hâlâ oralarda birileri olacağına kanaatimiz pek tâbi var ki, geleceğe dair bir umudumuz olsun. ”umut” derken, birkaç iyi adam’ın birer söz sahibi olmalarını kastetmiyorum. en fazla gündelik cereyan eden hadiselerin içinden daha az saçma olanın yolumuza paralel düşmesi beklentilerimizi ve de sonuç olarak ümidimizi diri tutuyor. o kadar sadece, bir fazlası değil. tam şu anda, tutumumuzu ”daha az saçma” olandan yana sergilediğimiz bu hengamede de etrafımızda çok keskin ”saçma”lıklar oluyor. bizler meylimizi ne yana çevirsek, elimizde akıl/ adalet/ ahlak/ adab ve aşka dair hiçbir şey kalmıyor. olayların harareti, sosyal mecralardan bize sürekli fışkırtılan uyartılarla iyice pekişiyor. fransa’da on iki kişi ölüyor, dört bakan yüce divan’a gönderilmiyor, atanamayan fizik öğretmeni polis oluyor ve akabinde şehit oluyor, bir trans birey intihar videosu yayınlayıp kendini öldürmek için köprüye gidiyor, ”yılın ilk bebeği” tartışmaları farklı bir […]
9 Oca 2015 • Kişisel Blog

iktidar cephesini tuğçe kazaz’ın tuttuğu, muhalefetini atilla taş’ın yaptığı bu topraklarda bizler sahiden ne yapıyoruz?

yeni bir facebook hesabının tüm insani birlikteliklerimizi sekteye uğratacak kadar içimize girmesine ne ara izin verdik?

twitter hesabımızın çalınmasına içerleyecek kadar önemsediğimiz bu mecraların bize bir diyecekleri var elbette, ama ne, bilebiliyor muyuz?

”zaman akıp giderken” deyip başlayan cümlelerin gerisinde bize kalan edebiyat parçacıklarını dişimizden kürdanın ucuyla ittire ittire söküp attığımızı biliyorum. en azından hâlâ oralarda birileri olacağına kanaatimiz pek tâbi var ki, geleceğe dair bir umudumuz olsun. ”umut” derken, birkaç iyi adam’ın birer söz sahibi olmalarını kastetmiyorum. en fazla gündelik cereyan eden hadiselerin içinden daha az saçma olanın yolumuza paralel düşmesi beklentilerimizi ve de sonuç olarak ümidimizi diri tutuyor. o kadar sadece, bir fazlası değil.

tam şu anda, tutumumuzu ”daha az saçma” olandan yana sergilediğimiz bu hengamede de etrafımızda çok keskin ”saçma”lıklar oluyor. bizler meylimizi ne yana çevirsek, elimizde akıl/ adalet/ ahlak/ adab ve aşka dair hiçbir şey kalmıyor. olayların harareti, sosyal mecralardan bize sürekli fışkırtılan uyartılarla iyice pekişiyor. fransa’da on iki kişi ölüyor, dört bakan yüce divan’a gönderilmiyor, atanamayan fizik öğretmeni polis oluyor ve akabinde şehit oluyor, bir trans birey intihar videosu yayınlayıp kendini öldürmek için köprüye gidiyor, ”yılın ilk bebeği” tartışmaları farklı bir mecraya akıp hemen ”asıl sen faşistsin” tartışmalarına evriliyor. bunlar olurken de bazıları bu tartışmalarında kanaatini ortaya koyuyor ve bizlere yani çevresine buradan ”bir söz” söylüyor. bazısı ”apolitik” olmayı seçiyor ve bu lakırdılara kulak asmadan bu konularda ”bir söz” söylememeyi daha isabetli buluyor. apolitik olan konsere gidiyor, şarkıcıyla beraber ritim tutuyor, orada kendini bulup; oradakilerle ve bilhassa şarkıcıyla beraber bir duruş sergiliyor. ”politik” olan ise partisinin mitingine gidiyor. lideriyle sözünü birleştirerek, kitleyle beraber bazı kızıyor, bazı heyecanlanıyor, bazı da üzülüyor. tam o esnada ”apolitik” olan konserde elini havaya kaldırmış, şarkıcısıyla ritim tutarken; ”politik” olanda lideriyle mündemiç, mitingte elini havaya kaldırmış, marşlarla beraber bir ritim tutuyor.

bizlere bu kadar kıymetdar olarak verilen sosyal medya hesaplarımızda bizlere birer alan ayrılıyor. sen ”ömer burak tek”sin ve ”senin de fikirlerin olmalı” deniliyor. artık senin de bir ”söz sahibi” olmanın zamanı gelmedi mi diye iliştiriliyor köşemize, soruyor: ”ne düşünüyorsun?” tam bu esnada mikrofonu ele alan, bilgi ve tecrübesininin yetersizliğinin ayırdına varıyor. umutsuzluğa da asla düşürülmüyor, imdada ”veri bombardımanları” yetişiyor. televizyonlar, gazeteler, internet üzerinden yayın yapan haber kanalları, facebook iletileri, tweetler, yazar-çizer takımları bize bir dizi ”veri” veriyor. aydınlanan artık mikrofonda konuşmakta bir beis görmeden ”kendisini” ifade ediyor. alim/ bilge/ usta/ münevver(…)e ne konuşulacak bir mecra veriliyor, ne de baş ucuna bir onu dinleyen. haliyle ”söz sahibi”nin de takati kalmıyor. söz kıymetini yitiriyor. haliyle cümle ”onların”, fikir ”onların”, tavır ”onların” oluyor, birileri bizlere bir şeyleri ”dikte ettiriyor”, ama sözü söyleyen eline mikrofon tutuşturulan oluyor. ironiktir, eline mikrofonu alanında hep ilk sözü ”diktatörlüğe hayır!” oluyor.

yeniden soruyorum, biz bu hengamenin neresindeyiz? ömer burak tek