hakikat öksüz ve yetimDenemeler

muhakkak ki allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. ( bakara 26 ) söylenmeyen, söylenenden çoğu defa daha fazla anlam ihtiva eder hacivat. ayrıca çoğu söylenenin de, söylenenle çoğu kez bir alakası yoktur. anlattığın üç cümle, yirmi iki kelime, yüz elli üç harf olabilir; lakin anlanan beden dilin, ses tonlaman ve de karşıdakinin anlamak istediğiyle çok daha yakından ilgilidir. peki şimdi sen bunları bana niye söylüyorsan dersen, bir ateş böceğini sana misal vermekten çekinmeden hepiciğini anlatacağım, hele bi otur soluklan. photuris deyu adlandırılan bir ateş böceği türünün hinlikte mastır yapmış zalım katil dişileri, photinus türündeki ateş böceklerinin erkeklerini mideye indirmek için avlarının çiftleşme döneminde kullandıkları flört kodunu bire bir taklit ederler. gariban erkekler çiftleşmeye hazır olduklarını cümle aleme beyan edeceğim derken, avcı dişilerin aynı sinyalle selam çakmasıyla aşkın değil ölümün kucağına meylettiklerini bilemezler.  *** Allah âdem’e bütün isimleri, öğretti. ( bakara 31 ) afazi deyu bir hastalık var hacivat. beyindeki bir hasar hasebiyle bireyin artık konuşamıyor, daha da önemlisi konuşulanı anlamıyor olmasıdır. öyle nemenen bir gudubet hastalıktır ki, çevredeki uyartılar beyinde bir anlam ifade etmez. beyinde karşılığı olmayan, evveliyatında bir mânâ ihtiva etmeyen bir ” şey ”, ” şey ” lik hüviyetine bürünemez. buna mükabil, eğer ” […]
12 Ağustos 2014 • Kişisel Blog

muhakkak ki allah bir sivrisineği, hatta onun üstünde olanı da misal vermekten çekinmez. ( bakara 26 )

söylenmeyen, söylenenden çoğu defa daha fazla anlam ihtiva eder hacivat. ayrıca çoğu söylenenin de, söylenenle çoğu kez bir alakası yoktur. anlattığın üç cümle, yirmi iki kelime, yüz elli üç harf olabilir; lakin anlanan beden dilin, ses tonlaman ve de karşıdakinin anlamak istediğiyle çok daha yakından ilgilidir. peki şimdi sen bunları bana niye söylüyorsan dersen, bir ateş böceğini sana misal vermekten çekinmeden hepiciğini anlatacağım, hele bi otur soluklan.

photuris deyu adlandırılan bir ateş böceği türünün hinlikte mastır yapmış zalım katil dişileri, photinus türündeki ateş böceklerinin erkeklerini mideye indirmek için avlarının çiftleşme döneminde kullandıkları flört kodunu bire bir taklit ederler. gariban erkekler çiftleşmeye hazır olduklarını cümle aleme beyan edeceğim derken, avcı dişilerin aynı sinyalle selam çakmasıyla aşkın değil ölümün kucağına meylettiklerini bilemezler. 

***

Allah âdem’e bütün isimleri, öğretti. ( bakara 31 )

afazi deyu bir hastalık var hacivat. beyindeki bir hasar hasebiyle bireyin artık konuşamıyor, daha da önemlisi konuşulanı anlamıyor olmasıdır. öyle nemenen bir gudubet hastalıktır ki, çevredeki uyartılar beyinde bir anlam ifade etmez. beyinde karşılığı olmayan, evveliyatında bir mânâ ihtiva etmeyen bir ” şey ”, ” şey ” lik hüviyetine bürünemez.

buna mükabil, eğer ” – ben afazi neyim bilmem, geçen gış grip olduydum, anacığım sağ olsun terlettiydi, haftasına kalmadan kurtulduk evelallah. ” deyu bir cümle kuracak olursan, ahanda bilfiil sen de hücrelerine kadar afaziye tutulmuşsun demektir. çünkü benim ne demek istediğimi anlama gayretine sahip olsan dahi, beni anlama hasletine sahip değilsin. 

***

iki pencereli bir oda düşün hacivat, birinde hakikat canhıraş çığlıklarla feryat figan ediyor; hakikat, öksüz ve yetim kalmış. kurtuluşun yolu belli, yordamı belli. odanın kapısı açık, olayın cereyan ettiği mevki, topuk mesafesi beş adım. ciğerin yanıyor, aklın şaşıyor, tam tüm gücünle kapıya meyledecekken, diğer penceredeki manzara dikkatini celp ediyor. heyhat, o da ne, bu pencerede hakikat sulh ve selamet içinde. ne biraz önceki kaos ve ızdırap var, ne de seni kapıya meylettirecek bir durum. 

işte tam burada, artık hakikatın ahvali ehemmiyetini yitiriyor, önem arzeden ise hangisinin hakikaten hakikat olduğu sorusu oluyor. hakikat artık tanımını yitiriyor, halbuki bir cengaver kapıyı kırsa, bilfiil cereyan eden vakaya temaşa edecek. lakin, belli bir vakitin akabinde, kapı kırılmayıp; öz, görüntüdekine mağlup olunca, artık hakikat, o kişi için artık sadece o penceredeki silüet oluyor. 

velhasılı, gözlüğümüzün camına göre hakikatın ahvaline iştirak ederiz, kabul. lakin gözlükten de öte, lens takıp, bir de üstüne lens taktığını unutan bireye, hakikatın onun gördüğü gibi olmadığı anlatılamaz. bilakis gerçek denilen şey, beynin ne algıladığıdır, görüntüdekinin beyindeki karşılığıdır. renk körü olup, kırmızı olan rengi başka bir renk olarak algılayan bir beyin için, rengin gerçekten de kırmızı olmamasını gerektirecek bir durum yoktur.

***

hem ateş böceğinin avcı dişilerinin, avlarının flört kodunu taklit ederek onları nasıl tuzağa düşürdüklerini anlamadan; işbu islam aleminin içine düştüğü bu ”çözüm karmaşası”nı anlamak mümkün olamaz. hem menşei batı olan, süslü püslü, allı pullu siyasi ideolojileriyle hakikatın yolunu gösteren tüm yollara dur demeden, görüşümüzü milli temele oturtmadan, nev-i şahsına münhasır söylemler üretmeden siyasetimizi islam’a oturtamayız. 

hem behemahâl afazinden kurtulmadan; kelimeler ile âdem olanın, kelimeler gidince adem olacağı şiarıyla, tüm islam alemi olarak kelimelerin ihtiva ettiği manaları ortak paydada buluşturmadığımız sürece, söylemlerimiz sadece duyulacaktır. sadece duyulmasa, dinlense dahi, bilahere bu seferde beyinlerde ortak bir anlamı ifade etmeyecektir.

milli piyango ile milli görüş arasındaki, ” milli ” kavramını, ” ibrahim’in milleti ” rotasına oturtmadan, her yazı ve de her söylem, hakikatı karşıdaki anlamayacak kadar bağırmak hüviyetine bürünüyor.

velhasılı kelam, ey islam alemi, ilk hedefin afazinden kurtulmaktır, ileri !

ömer burak tek