kızmıyorsun, değil mi?Denemeler

fotoğraf: ikibinyirmiyeramakkala, ankara-pursaklar. rabbim, nasılsın? seninle senli benli konuştuğum için kızmıyorsun değil mi bana? kızıyorsan eğer özür dilerim. ben de iyiyim, ne olsun işte. sabah 6:45’te kalktım. her zamanki gibi gözümden hâlâ uyku akıyordu. yataktan çıkmak için yüzlerce yalan söyledim kendime. zor bela gözlerimi açarken seni düşündüm. yani yaratıcıya neden “siz” değil de “sen” diye hitap ettiğimizi daha doğrusu. gece yatarken de bu konuyu düşündüğümden midir nedir de sabah daha gözümü açar açmaz bu koca soruyla baş göz oldum. rabbim, birine “siz” dediğimizde karşıdaki ile arana bir mesafe koymuş, kendi bireysel alanına karşıdakinin girmemesi hususunda karşındakini önceden uyarmış oluyorsun. sanırım biz de o yüzden sana “siz” değil de “sen” diyoruz. sonuçta sen bize şah damarımızdan daha yakınsın. sahiden, yakınsın değil mi rabbim? mesela bugün mecburen servisçiyle ne kadar zoraki konuştum değil mi? zerre umurumda olmadığı hâlde hâlini hatırını sordum falan. sonra içimden “iyi ki şoför değilim” deyip adamı küçümsedim de hemen sonra böyle düşündüğüm için kendimden tiksindim. gördün değil mi hepsini rabbim? hele sonra o tiksintiyle karışık yine kendime hak verişim ve sonra daha şiddetli kalbimde beliren tiksintiyi? ha-ha! hele daha sonra “kendinle uğraşmayı kes!” deyip “saçmalama ya sabah sabah!” diye ünleyişimi? özür dilerim rabbim, özür dilerim… yani bilemiyorum. neden özür […]
10 Oca 2020 • Kişisel Blog
fotoğraf: ikibinyirmiyeramakkala, ankara-pursaklar.

rabbim,

nasılsın? seninle senli benli konuştuğum için kızmıyorsun değil mi bana? kızıyorsan eğer özür dilerim.

ben de iyiyim, ne olsun işte. sabah 6:45’te kalktım. her zamanki gibi gözümden hâlâ uyku akıyordu. yataktan çıkmak için yüzlerce yalan söyledim kendime.

zor bela gözlerimi açarken seni düşündüm. yani yaratıcıya neden “siz” değil de “sen” diye hitap ettiğimizi daha doğrusu. gece yatarken de bu konuyu düşündüğümden midir nedir de sabah daha gözümü açar açmaz bu koca soruyla baş göz oldum.

rabbim,

birine “siz” dediğimizde karşıdaki ile arana bir mesafe koymuş, kendi bireysel alanına karşıdakinin girmemesi hususunda karşındakini önceden uyarmış oluyorsun. sanırım biz de o yüzden sana “siz” değil de “sen” diyoruz.

sonuçta sen bize şah damarımızdan daha yakınsın.

sahiden, yakınsın değil mi rabbim?

mesela bugün mecburen servisçiyle ne kadar zoraki konuştum değil mi? zerre umurumda olmadığı hâlde hâlini hatırını sordum falan. sonra içimden “iyi ki şoför değilim” deyip adamı küçümsedim de hemen sonra böyle düşündüğüm için kendimden tiksindim.

gördün değil mi hepsini rabbim? hele sonra o tiksintiyle karışık yine kendime hak verişim ve sonra daha şiddetli kalbimde beliren tiksintiyi? ha-ha! hele daha sonra “kendinle uğraşmayı kes!” deyip “saçmalama ya sabah sabah!” diye ünleyişimi?

özür dilerim rabbim, özür dilerim…

yani bilemiyorum. neden özür dilediğimi de bilemiyorum. neden böyle oluyor onu da bilmiyorum. cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrasını dinlerken de, stand-up gösterilerine gittiğim gecelerde de, evde yatarken veya kitap okurken de hayata odaklanamıyorum. ingilizcede “fluency” diye bir kavram var rabbim, biliyorsun ya… işte hayatın içinde öyle akıp gideyim diyorum. hayat teknemde sırtımı güzel bir köşeye dayamış uçsuz bucaksız denizlere bakarken doldursun yelkenimi zaman istiyorum.

ama işte görüyorsun ya rabbim, şah damarımdan bile yakınsın ya bana… biliyorsun.

ne yapacağımı bilmiyorum. bir ağrı omuzlarımda türüyor, boynumdan çıkıp beynime giriyor.

daha işte bu sabah rabbim, daha yani çok yeni. sen de gördün ya işte. gördün değil mi rabbim? burada herkes asansörden inerken “kolay gelsin” diyor diye asansöre daha biner binmez “merhaha, kolay gelsin, iyi çalışmalar” deyişimi gördün değil mi rabbim? karşımdakilerin şaşırışını, bana bakışlarını. gözlerimi ilk önce indirmemek için kendimi nasıl sıktığımı? sonra bunu yaptığım için onlarca kez kendime kızışımı?

özür dilerim rabbim. ne olur kızma.

artık hiçbir şeye anlam veremiyorum. hiçbir şey bilmiyorum. burada bir sürü çok önemli insan var. başkanlar, müdürler… bakanlar, efendimler, sayınlar, parlak ayakkabılar, sıkı kravatlar, teamüller, maaş bordroları ve yara izi gibi tebessümler… hepsi, ama hepsi bilmediğimi söylüyor. “haddini bilmiyorsun” diyorlar, sonra işte ekliyorlar: “sadece onu değil, hiçbir şey bilmiyorsun.”

sen de görüyorsun ya rabbim bunları. kalbimden geçenleri… yarma çorbasını, püreli tavuk göğsünü, sebzeli makarnayı, kakaolu sütlü baklavayı ve salata barını. her şeyi görüyorsun. önüme geçmek için ellili yaşlardaki memurların hızlanışlarını. onları nasıl küçümsediğimi. onlarla aynı sırada olduğum için sonra dönüp kendime yüklenişimi. suçlamalarımı kaldıramayıp omuzumun çöküşlerini…. gerekli şartlar oluştuğunda kendimin de aynı ellili yaşlardaki o hafif göbekli, kolormotik gözlüklü memur gibi koşacağımı bildiğimi… bunu kabullenmeyişimi. zeytinyağını ve sirkeyi piyazın üstüne dökerken tabldotumu unutuşumu ve başka bir kolormotik gözlüklü ve göbekli memurun beni arkadan itip beni kendime getirişimi.

özür dilerim rabbim. yine çok uzattım. özür dilerim. kızmadın değil mi?

sadece işte, evet evet, bunu demeyelim. yıllarca düşündüm durdum, sen de gördün hepsini ya rabbim: nasıl yaşamalı?

artık, az çok, yani yine çok fazla değil de, nasıl yaşamalıyım biliyorum rabbim. mesela bedeli ne olursa olsun şahsiyetime zarar vermemeliyim. güce ve iktidara tapıp hiçbir kula kulluk etmemeliyim. muhafazakar olmamalıyım veya. milliyetçi de hakeza. sonra daha çok öykü okumalı ve daha çok fotoğraf çekmeliyim. anneme daha çok çiçek almalı, babama daha çok hal hatır sormalıyım. yeğenlerime daha çok vakit ayırmalı, etrafımdaki insanlara hep iyiliğim dokunmalı. stanley kupada kahve içmeli, kiğılı takım giymeli, spor ayakkabım decathlon’dan olmalı. kahve içeceksem bahçeli’de bu mutlaka faust olmalı. gözlüğüm zegna, eldivenlerim de deriden olmalı. bir de portre fotoğraf üzerine daha çok çalışmalıyım. evet evet. az çok değil bayağı bayağı biliyorum rabbim nasıl yaşayacağımı.

ama işte rabbim… yani, nasıl denir ki? peki neden yaşamalıyım? diyarbakır’da, bir ara sokakta küçük çocuklar kendi aralarında kovboyculuk oynarken çıkardıkları gölgelerin dansını seyretme ihtimalini kaçırmamak için mi? nevşehir’de, masalsı bir butik otel’de dünyalar güzeli bir kadınla balonların havada süzülüşünü izleme için mi demeli? belki güzel bir yunan adasında kafa dengi, hoş sohbet, daha henüz yeni tanıştığım alelade biriyle sirtaki yapma ihtimali…

bir de annem çok üzülür değil mi? özür dilerim rabbim, tüm bunları dediğim için.

kızmıyorsun değil mi?

onocakikibinyirmi, ankara, ömerburaktek