ölümler de maliyete dahil mi?Denemeler

kendimi, halaya girmeye çalışıp araya alınmayan amca gibi hissediyorum. ne halaydakilerin arasına girebiliyorum ne de hiçbir şey yokmuş gibi geriye dönüp geldiğim yere oturabiliyorum. biliyorum, ben yokken de aynı tartışmalar vardı; öleceğim, yine aynı tartışmalar sürüp gidecek. işte sorun da burada ya, ”madem bu tartışmalar ben yokken de vardı, o halde boş vereyim” diyebilmek istiyorum, olmuyor. e haydi düzelteyim diyorum, bu sefer de gücüm yetmiyor. yukarıdaki fotoğraf annesi, babası tarafından katledilmiş bir çocuğun ağlayışının fotoğrafı. buradan sonra söyleyeceğim her söz, “yırtılmış çocuk ayakkabısı edebiyatı”na giriyor. bir çocuk ağlıyor, bir anne yerde yatıyor, biri de bunu yazıya döküyor. dünyada bunca zulüm varken, yazı yazmak çok afili oluyor. oysa o kadının ölmesi bir kaza değil, bir tercih. adam öldürmeyi istiyor ve plan yapıyor. sokak ortasında, çocuğunun gözleri önünde eşini katlediyor. çocuk ağlıyor, biz ağlıyoruz, sabah uyanıyoruz, yeniden işe gidiyoruz. buradan öldürülen sadece bir beden olmuyor; bir anne oluyor, bir çocuk oluyor, sonra o çocuğun hayalleri oluyor, o çocuğun ilerideki baba figürü oluyor. yani ölen bir toplum oluyor. bu fotoğrafta da annesi, madende mahsur kalan oğlunun kaldığı maden ocağının suyunun hızlı boşaltılabilmesi için boruyu düzeltiyor. bakın şimdi, nasıl cümleler düzeceğim bununla ilgili. okuyanların yüreklerini dağlayacağım. “ah o eller” diyeceğim, “ah o lila montun” yazacağım, […]
26 Kasım 2014 • Kişisel Blog

kendimi, halaya girmeye çalışıp araya alınmayan amca gibi hissediyorum. ne halaydakilerin arasına girebiliyorum ne de hiçbir şey yokmuş gibi geriye dönüp geldiğim yere oturabiliyorum. biliyorum, ben yokken de aynı tartışmalar vardı; öleceğim, yine aynı tartışmalar sürüp gidecek. işte sorun da burada ya, ”madem bu tartışmalar ben yokken de vardı, o halde boş vereyim” diyebilmek istiyorum, olmuyor. e haydi düzelteyim diyorum, bu sefer de gücüm yetmiyor.

yukarıdaki fotoğraf annesi, babası tarafından katledilmiş bir çocuğun ağlayışının fotoğrafı. buradan sonra söyleyeceğim her söz, “yırtılmış çocuk ayakkabısı edebiyatı”na giriyor. bir çocuk ağlıyor, bir anne yerde yatıyor, biri de bunu yazıya döküyor. dünyada bunca zulüm varken, yazı yazmak çok afili oluyor. oysa o kadının ölmesi bir kaza değil, bir tercih. adam öldürmeyi istiyor ve plan yapıyor. sokak ortasında, çocuğunun gözleri önünde eşini katlediyor. çocuk ağlıyor, biz ağlıyoruz, sabah uyanıyoruz, yeniden işe gidiyoruz. buradan öldürülen sadece bir beden olmuyor; bir anne oluyor, bir çocuk oluyor, sonra o çocuğun hayalleri oluyor, o çocuğun ilerideki baba figürü oluyor. yani ölen bir toplum oluyor.

bu fotoğrafta da annesi, madende mahsur kalan oğlunun kaldığı maden ocağının suyunun hızlı boşaltılabilmesi için boruyu düzeltiyor. bakın şimdi, nasıl cümleler düzeceğim bununla ilgili. okuyanların yüreklerini dağlayacağım. “ah o eller” diyeceğim, “ah o lila montun” yazacağım, kafiyeleri ver edeceğim satırların arasına. madem dramatize etmek işe yarıyor, ben de durmayacağım. yok yok, kahrolsun süslü kelimeler de, edebiyatta. hiçbir işe yaradıkları yok.

diyeceğim şu: birinci resimde bir adam bir oğlun annesini öldürüyor, oğlun gözleri doluyor. ikinci resimde bir adam annenin oğlunu öldürüyor, annenin gözleri doluyor.

bilmiyorum, dayanamıyorum, anlatamıyorum, kelimelerim yetmiyor ama ben arada bir fark göremiyorum.

ömerburaktek, yirmialtıkasımikibinondört, ankara.