Stanley Milgram Hacı Mıydı SorunsalıDenemeler
Milgram’ın ilk deney dizisinde 40 kişiden 26’sı ki %65 eder, içi “Ulan doğru mu yapıyoz iki kuruş için?” dese de en yüksek gerilim voltajı olan 450’ye kadar çıktı(!) Ayrıca hiçbiri ama hiçbiri, ve de bütün deney dizilerinde (!) 300 volt’a kadar tereddütsüzce vazgeçmedi. Milgram’ın bu deneyi, deney etiğine aykırı olduğu için yasaklanana dek, benzer yöntemlerle çok defa tekrarlanıyor. Bazısı ortamı değiştiriyor (bakınız: Stanford hapishane deneyi), bazısı acı şeklini değiştiriyor, lakin her birinde en yüksek derecede acı çektirme oranını %61 ila %66 arasından başka bir yere isabet ettiremiyor.
Şişko patates deyu nitelendirmek için illâha bizzat patates olmak gerekmiyorsa, halkın ağzına pelesenk olmuş küfürlerden birinin başkahramanı olmak için de illâha teoride o küfürdeki niteliklere sahip olmak gerekmez. Velhasılı, ebeveynin icra ettiği mesleğe bakılmaksızın, o meslek erinin çocuğu olma hasletine sahip olunabilir. Ayrıca, “- Canım yaa biliyo musunnnn ben sinirlendiğim, heyecanlandığım ve de korktuğum zaman kendimi kaybederim,” deyu birisi cümle kurarsa, ağzına optimum şiddetle yaba ile vurulabilir. (Bildin ni yabayı?) Çünkü, cümledeki öznenin iddia ettiğinin tam aksine, insan asıl bu tip durumlarda kendi benliğini ortaya çıkarır. Bilumum koşulların uygun olduğu ortamda, insandan ekstrem davranışlar beklenilmez. Ahanda tam bu yüzdendir ki; insan en hızlı köpek kovaladığı vakit koşar, âşık olduğu vakit en cesur olur, kızdığı zaman cama yumruk atar, “Bursum kesilmesin,” deyu 3.00 ortalama kasar. İnsan nev’i dört etkinin altındadır diyor Ali Şeriati: doğa, tarih, toplum ve de benlik. Peki bu etkenler, pratik hayatımızda karar aşamamızın neresinde duruyor? Lisede beraber takılıp, okul bitince diplomatik ilişkileri ikinci katiplik düzeyine indirdiğimiz lise arkadaşı, hayatının hiçbir evresinde söylediklerini yapmamış olmamasına rağmen otobüste bağıra bağıra nasihat eden yaşlı abıca, mezun olduktan sonra selam dahi vermeyeceğimiz ama üniversite süresince bizim hakkımızdaki düşüncelerine çok önem verdiğimiz Berkecan gerçekten sadece bizim düşündüğümüz kadar mı? Normal şartlar altındaki zemin sarsılıp, bir şekilde uç noktalara gark olununca bu tiplemeler ne denli olabilir? İnsan gerçekten de ne kadar hayret edebilir? İşte tam bunlara cevap olarak, Milgram deneyi ile meşhur yukarıdaki sıfata sahip zat-ı şahane Stanley Milgram, insanın otorite karşısında nereye kadar itaat edeceğini araştırıyor. Nazi ordusunda görev yapmış askerlerin, savaştan evvel normal adamlarken, savaş esnasında nasıl bu kadar “bu kadar” olabildiklerini düşünmüş ve tarihin en rahatsız edici, insanlığa karşı tüm inancınızı bir daha sorgulayacak bir deney yapıyor.

Deneyi Anlatan Görsel
Deney şöyle ki, iki denek çağrılıyor ve onlara bilgisayar eliyle seçilecek iki rol verileceği tebliğ ediliyor. Deney süresince, bir denek diğerine soru soracak ve bilemediği her soru için ona elektrik verecektir. Bilemediği her soru için de voltajı artıracaktır. Seçim yapılır ve deneklerden birine elektrik kabloları bağlanır (öğrenci rolü), diğerinin de eline soru kâğıdı verilir (öğretmen rolü). Olay basit lakin üç nüans vardır. Birincisi, aslında sadece elektriği verecek ve de aynı zamanda soruyu soracak olan kişi yani “öğretmen rolündeki” denektir, diğeri de bağırma rolü yapacak işbirlikçi bir aktördür. İkincisi, ortada elektrik falan yoktur, aktör rol yapacaktır. Sonuncusu da, denekler ayrı odalara alınmışlardır ve birbirlerini görmüyorlardır lakin birbirlerini duyuyorlardır. (-dır, -dür’lü bu kadar cümle kurunca TRT’den teklif geldi, “Ramazan’da iftar programı sunar mısın?” diyorlaa.) Soru sorma şenliği başlamadan evvel, kablolara bağlı denek görünümlü şahin bakışlı aktörümüz, kalbinde hastalık olduğunu ve çok fazla elektrik verilmemesini söyler. Zaten, öğretmen rolündeki gerçek deneğe 45 voltluk elektrik verilir ve acısının nasıl olduğu tattırılır. Bittabi, deneğimiz de kalp rahatsızlığı serzenişine kulak verir ve “Tabîkiside,” deyu cevap olur. Her yanlış cevaptan sonra işbirlikçi aktörümüz daha fazla çığlık atacak, bir süre sonra duvarlara yumruk atacak, meramını dillendirecek, kalp rahatsızlığını hatırlatacak, sonradan artık hiç ses çıkarmayacaktır. Bu esnada eğer öğretmen rolündeki deneğimiz durmak isterse de, ona şu dört aşamalı uyarı sistemi uygulanıyordu ki burası deneyin kilit noktası: 1. Lütfen devam edin. 2. Deney için devam etmeniz gerekiyor. 3. Devam etmeniz kesinlikle çok önemli. 4. Başka seçeneğiniz yok, devam etmek “zorundasınız.” Sonuçlar ne mi oldu, ben biliyorum, ona rağmen heyecanlandım hıbırım…
Milgram’ın “Hacı ağbi bi baksana, sana bişi anlatacam, sence bunun sonucu ne olur?” deyu orada burada çevirip sorduğu psikoloji uzmanı arkadaşları, en yüksek seviyedeki elektrik şoku seviyesine sadece sadist karakterli, pislik, iğrenç, lanet birkaç kişinin çıkacağını düşünüyordu. Oysaki sonuç şöyleydi: Milgram’ın ilk deney dizisinde 40 kişiden 26’sı ki %65 eder, içi “Ulan doğru mu yapıyoz iki kuruş için?” dese de en yüksek gerilim voltajı olan 450’ye kadar çıktı(!) Ayrıca hiçbiri ama hiçbiri, ve de bütün deney dizilerinde (!) 300 volt’a kadar tereddütsüzce vazgeçmedi. Milgram’ın bu deneyi, deney etiğine aykırı olduğu için yasaklanana dek, benzer yöntemlerle çok defa tekrarlanıyor. Bazısı ortamı değiştiriyor (bakınız: Stanford hapishane deneyi), bazısı acı şeklini değiştiriyor, lakin her birinde en yüksek derecede acı çektirme oranını %61 ila %66 arasından başka bir yere isabet ettiremiyor.
Uzun uzadıya pratik hayattan örnekler vereyim, oradan politik çıkarımlar yapayım, oradan iki kelime oyunuyla sevimli paragraflar yazayım, bilâhere vurucu bir sonla yazıyı bitireyim diyorum, vazgeçiyorum, aklıma bir soru geliyor: Belki de bir tek o rol yapan aktör bilmeyerek gerçekten kendi oluyordu. Belki de onun dışındaki tüm herkes büyük bir rolün içindeydi, kim bilir…