Mevdudi – Gelin Müslüman Olalım | Kitap İncelemesiDenemeler
“Gerçek Müslüman, İslam’ın neyi temsil ettiğini bilir ve ona son derece bilinçli bir şekilde inanır.” “Kur’an bir doktor reçetesidir.” “İbadet, hayat boyu hizmettir.” “Cihadı üstlenme niyeti olmadan yapılan hiçbir ibadetin bir anlamı yoktur.” “Son söz, ilk sözümüz olsun: Gelin Müslüman olalım!”
Seyyid Ebu’l A’lâ el-Mevdudî, Gelin Müslüman Olalım, Pınar Yayınları, İstanbul, 11. baskı, 2011
Motomot ve uzun uzun alıntılar yapmak yerine, beni heyecanlandıran ve illaki şahsi süzgecimden geçtikten sonra aklımda kalanlar bunlar. Okur okumaz düşünce eksenimizi zapturapt edeceğini düşünüyorum.
Mevdudî kimdir?
1903’te Pakistan Haydarabad’da doğdu. Eğitim müfredatı İngiliz eğitim sistemi üzerine kurulduğundan babası Mevdudî’yi özel öğretmenlerle yetiştirdi. Babası, Mevdudî on yedi yaşındayken vefat etti. Bunun akabinde muhtelif gazetelerde görev aldı. 1941 yılında Cemaat-i İslamiyye’yi kurdu ve otuz beş sene bu teşkilatın liderliğini sürdürdü. Birçok eser yazdı ve eserleri neredeyse dünyanın tüm dillerine çevrildi. Ehl-i sünnet âlimleri tarafından eserleri sert eleştiriler almıştır.
Kitaptan evvel, bu kitap Müslüman’ım diyen herkesi sarsmayı ve Müslümanlığın ne idüğünü anlatmayı kendine görev bilmiş. Hitap kitlesini genellikle çiftçilikle uğraşan ve de eğitim seviyesi düşük insanlar olarak bellemiş ve söylemini basit bir dil ile inşa etmesine rağmen, gücünü hiç kaybetmeden okuyucuları etkilemiştir. Ayrıca, Müslümanlığın portresini çizerken bu çizginin dışında kalanları kâfir deyu nitelemekten ziyade, bu değerlendirmeyi Allah’ın yapacağını kendisi de belirtmiştir.
İman
Müslümanlık doğuştan gelmez. Müslümanlığın anne baba ile de alakası yoktur. Sadece söylemek yetmez; İslam’ın, Hz. Muhammed’in söylediği her şeyi bilinçli şekilde kabul etmek ve “o şekilde yaşamak” Müslümanlığın şiarıdır. Bu şekilde hareket etmeyenler gerçek manada Müslüman değildir. Bir insan hem Müslüman hem cahil olamaz. Gerçek Müslüman, İslam’ın neyi temsil ettiğini bilir ve ona son derece bilinçli bir şekilde inanır.
En büyük tehlike, İslami bilgilerdeki cahilliğimiz ve Kur’an ve Hz. Muhammed’in yol göstericiliğine olan ilgisizliğimizdir. İslam ve küfür arasındaki fark, birimizin isminin Abdullah–Ömer–Osman olması, diğerinin de Jack, Robertson olması değildir. Hatta aradaki fark, domuz eti yemek yememek meselesi de değildir. Fark, kâinatı yaratan Allah’ın tüm söylediklerinin doğru olduğuna iman etmek, itaat etmek, boyun eğmek veya bunları yapmamak; Allah’a ve O’nun Resulü’nün buyruğuna boyun eğmemektir.
Kendinize Müslüman diyor olabilirsiniz ama eğer bir kâfir kadar cahil ve itaatsiz iseniz, gerçekten kendinizi Müslüman olarak nitelendirebilir misiniz? Kur’an bir doktor reçetesidir. Bu doktor reçetesini ıslatıp, o suyu içmek hastalığımıza bir şifa olur mu? Yahut o reçeteyi alıp boynumuza taksak dizimizin ağrısı geçer mi? İhtiyacımız olan, Kur’an’ı duvara asmak değil; onu oradan indirip okumak, anlamak ve hayatımızı o eksende yaşamaktır. Derdimizin devası da budur.
İslam
İslam, kayıtsız şartsız teslimiyettir. İnsan şu üç yüzünden doğru yoldan çıkar: Kendine boyun eğmesi (Kasas 50), topluma ve kültüre boyun eğmesi (Bakara 170), ve de diğer insanlara boyun eğmesi (En’am 116). Doğru yolu bırakıp bu üç yolun peşinden gitmek şirktir, putperestliktir. Bunlardan kurtulmadan kendimize gerçek Müslüman diyemeyiz. Bugün çektiğimiz tüm zilletin sebebi de budur.
İslam iki çeşittir: biri hukuki İslam, diğeri gerçek İslam. Hukuki İslam, Allah’a ve Resulüne iman ettiğini deklare etmek ve zahirde Müslüman profiline uyacak işler yapmaktır. Gerçek İslam ise bir kulun hayatına Allah’tan başkasını koymamasını, her yaptığını O’nun rızasını kazanmak için yapmasını gerektirir. Gerçek Müslümanları bilecek olan yalnız Allah’tır.
Allah’a inandıklarını söylemelerine rağmen, hayatlarının bazı yerinde İslami ölçüleri, bazı yerinde İslami olmayan ölçütleri kullananlara yarı Müslüman denir. Gerçek Müslüman için böyle bir ayrım yoktur. Allah insanı yaratmış ve ona saadetin yolunu göstermiştir. Bu yolu takip etmedikleri için insanlar zillettedir. Eğer doğru yola tâbi olurlarsa iki cihanda mutluluk olur.
Bir şeyi torite bilmek, güç sahibi bilmek, o güce itimat edip ondan ödül beklemek demek, bir dini meydana getirir. Allah’tan ve buyruğundan uzaklaşan her din Müslümanlar için geçersizdir. “Allah için tek gerçek din, insanın kendisini O’na teslim etmesidir.” (Ali İmran 19)
Din ve şeriat arasındaki temel fark, hak olan din bir tane olmasına rağmen, şeriat birden fazladır. Hz. Musa’nın, Hz. İsa’nın, Hz. Muhammed’in şeriatları farklıydı ama dinleri aynıydı. Basit bir örnekleme ile: birçok işçisi olan bir işveren düşünelim. Eğer bu işçiler işvereni kabul etmezlerse artık onun işçisi sayılmazlar. Lakin onu işveren olarak kabul eden işçilerin yaptıkları işler ve yapış tarzları değişik olsa dahi, hepsi işvereni tanır ve onun işçisidir. Allah, Hz. Muhammed’ten önce birçok şeriat yollamış, lakin son peygamber ile hepsini feshedip kemal olan yolu işaret etmiştir.
İnsanlar ve cinler yalnızca ibadet için yaratılmıştır. İbadetin de içi boşaltılmıştır. Bir efendi ve köle düşünün. Efendi kölesine tabağı getirmesini söylüyor, köle ise saatlerce “tabağı getir”, “tabağı getir” diye sayıklıyor. Allah “hırsızlık yapanın elini kes” diyor. Müslümanlar da bu ayeti tekrarlayıp durmasına rağmen, Allah’ın kesin emrine ve Resulü’nün yoluna uymayı geri plana atıyor.
İbadet, hayat boyu hizmettir. Namaz, zekât, oruç, hac gibi ibadetler bizi hayatımız boyunca sürdüreceğimiz daha büyük bir ibadete hazırlar. Onlar hayatımızı ibadete çevirmenin araçlarıdır. İbadetlerin özünü anlamadıktan sonra, başlarımızı öne eğmenin, paramızın belli bir kısmını vermenin, günün belli bir saati aç susuz kalmanın bir manası yoktur.
Cihad
Mevdudî, İslam başlığından sonra sırayla her biri bir başlık olarak namaz, oruç, zekât, hac ibadetlerinin Müslüman hayatına faziletlerini anlatıyor. Her biri çok kıymetli olduğu ve de sıkça duyduğumuz şeyler olduğu için buraya aktaramıyorum. Lakin en ilgi çekici kısım, son başlık olarak incelediği cihad bölümü.
Müslüman’ın vazifesi insanın insana tahakkümünü her halükârda kaldırmak, herkesi Allah’ın yönetimi altında toplamaktır. Eğer insanlar zina yapıp yapmamada özgürseler, faiz alıp vermek kişinin elindeyse, burada yapılacak olan ona öğüt vermenin yanında, devlet eliyle bunu yasaklamaktır. Dünyanın her yanına yayılmış olan bu çürümüşlüğü söküp atmanın yegâne yolu, kokuşmuş kurallara karşı gelmek ve onlarla savaşmaktır. Ayrıca güç elde etmeli ve bu gücü Allah yolunda kullanmalıyız. Bütün bunları tenhada yalnız başına dua ederek değiştireceğini sanmak hatadır.
Namaz, oruç, zekât, hac birer eğitim aracıdır. Nasıl devlet askerlerini, polis güçlerini iş başına getirmeden evvel hummalı şekilde hazırlıyorsa, Allah’ın dini olan İslam da aynı şeyi yapar. Cihadı üstlenme niyeti olmadan yapılan hiçbir ibadetin bir anlamı yoktur. Din bir devlettir, şeriat bu devletin yasaları, ibadet de yasaları kabul etmek ve uygulamak gibidir. Eğer Allah’ın dininin gerçek bir taraftarıysanız, kalbinizde diğer dinlere yer yoktur.
Hindistan’da İngilizce dini hüküm sürmektedir. Çünkü Hindistan ceza kanunu ve medeni kanunu İngiltere’den alınmıştır. Pasif şekilde başka bir dinin hükmünde yaşıyorsanız, o namazdan şu namaza koşturmanın, Kur’an’ı çok güzel okuyup aktarmanın, İslami bilgiler anlatmanın sizi gerçek inananlar arasına sokacağı sanmayın.
Son söz, ilk sözümüz olsun: Gelin Müslüman olalım!