Benim Müslümanlığım Nereye Tekabül EdiyorDenemeler

“Benim Müslümanlığım nereye tekabül etmiyor?” diye sormak, “nereye tekabül ediyor?” sorusuna ulaşmanın yegâne yolu hâline geliyor.
5 Haz 2015 • Kişisel Blog

Benim Müslümanlığım nereye tekabül ediyor?

Neden “benim” diyorum? Madem namazı cemaatle kılsam da secdeye alnım tek başına gidiyor, madem ölümle yalnız tek başıma yüzleşeceğim, madem yüreğim sıkışırken kalabalık sokaklarda yanı başımda bir yürek sahibi bulunmuyor, madem bu zamana, bu mekâna, bu coğrafyaya sıkışmışlığım benim biricikliğimi teşekkül ettiriyor; o hâlde “benim” demekte bir beis yok. Demek, ortada bir tekabüliyet varsa, bu birinci tekil şahıs üzere olacak.

Neden “insanlığım” yerine “Müslümanlığım” diyorum? Çünkü insanlığımın Müslümanlığımdan geçtiğine dair kalbimde zuhur edecek en son şüpheye kadar olan savaşmışlığım, beni insan oluşumun yalnız Müslümanlığımla kaim olduğunu kabul etmeme götürdü. İnsanlığımın beni belki bir yerlere tekabül “ettirmeme” iradesini içinde taşısa da, beni bir yola intisap ettirecek bir hüviyet taşımadığını eğitim hayatım boyunca uğradığım tüm pozitivist saldırılara rağmen müfredat dışı kitaplara gönül veriyor oluşum, Yaradan’ın katında bir nebze kabul gördüğünden olsa gerek, kalbimde az da olsa kararmamış bir tutam bölge bırakmaya mahir kaldım.

Neden “nereye” diyorum da “neye” demiyorum? Çünkü “ne”liğini benim bildireceğim bir yer varsa oralarda bir yerlerde, varacağım yerin de benden ötede bir mevzisi yok demektir. Anneciğim kızdıklarına “yola gel” der. Demek bir yol var ve mesele de yol üzere olmak. Yol üzere olduğumda neye tekabül edeceğime veyahut nasıl bir sonuç alacağıma dair belki birtakım ufak malumatları taşıyorum ama “nereye” tekabül edeceğimin bilgisini yerle gök arasındaki nebiler aracılığıyla tastamam bildiğime iman ediyorum.

O vakit diyebiliriz ki birinci tekil şahıs olarak nezdimde kıymeti olan yalnızca “nereye” tekabül ediyor oluşum olacak. Soru artık tüm hakkaniyetiyle avucumuzda. Peki cevap? Soruyu avuca alışımız tam tersine, cevabı daha da bir ele avuca sığmaz hâle getiriyor.

“Müslümanlığımın nereye tekabül ettiğini” tersten sorarak bir hareket alanı sağlayabilirsek eğer, cevaba dair hâlâ birtakım ümidi kalbimizde besliyor olabileceğiz demektir. O hâlde sorumuz şu:
“Benim Müslümanlığım nereye tekabül etmiyor?”

İlk olarak diyebiliriz ki, Müslümanlığım “gerçek olanın aklî olduğu”na tekabül etmiyor. Yürürlükte olanların kutsandığı, muhafaza edilmesi gerektiği ve eğer bir değişiklik olacaksa yürürlükte olanın kendi yolu ile bu değişikliği zaten gerçekleştireceğine dair bir inancın mukabili benim iman ettiklerim olamaz. Hitler vardır, o hâlde aklî olanın Hitler olduğuna; kapitalizm vardır, o hâlde aklî olanın kapitalizm olduğuna Müslümanlığım tekabül etmeyecektir. “Bu böyledir” diye bunun böyle olması gerekliliğinin aklî olmasını varsaydıracak bir durum yoktur diyebiliriz o hâlde.

İkinci olarak, Müslümanlığım “aklî olanın gerçek olduğu”na da tekabül etmiyor. Aklı kutsayıp, edindiğim bilgilerin işlevinden daha ötede varoluşları itibarıyla bir kıymet taşıyor oluşuna iman ettiklerime mukabil sayamıyorum. Neden? Bilgiyi bizatihi bir kıstas olarak kabul ediyor olsam, bilginin ne’liğini anlayabilmek için de yine başka bir bilgiye ihtiyaç duyacağım. Dolmuşta bir yaşlıya yer veriyor oluşumun iyi olduğuna dair bilgimin gerçekten iyi olduğuna ispat için yine başka bir bilgiye gereksinim hissedecek olacağım.

Demek, “aklî olan gerçektir” de diyemiyorum ve dahi diyemeyeceğim. Benim Müslümanlığımın nereye tekabül etmediği de avcumuzda.
Peki beklendiği gibi bize bir hareket alanı sağlandı mı?
Evet.
Peki hareket alanı bir işe yaradı mı?
Hayır.

“Benim Müslümanlığım nereye tekabül ediyor?” diye soracak olursak, yine tek aklî olanın Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye ve yine tek gerçek olanın da yine Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye olduğunu kabul etmekten ötede bir başka yol çıkmadı karşımıza.
Elhamdülillah.