büyümenin hikayesiDenemeler

büyümenin hikayesi. her zamanki gibi elimde üç misket okulun bahçesine doğru koşar adım seğirtiyorum. heybemde dün kazandığım sekseni aşkın misketin haklı gururu. mahallenin bebeleri tam tekmil, babanın ortamı müşerref kılmasının heyecanını taşıyorlar. mami’nin dişleri bilenmiş, dün kaybettiği misketlerin bedelini ödetmeye ant içmiş besbelli. kurallar belli: si-sıç bir. si, misketin çizilen üçgenin çizgisinde kalması; sıç, misketin üçgenin içinde kalması. velhâsılı sıçan çıkar beyler. taraflar gergin. hamle sırasını az ötede çizilen çizgiye atılan misketlerin yaklaşma mesafesi belirleyecek. baba işaret parmağıyla orta parmağı arasına sıkıştırdığı yanardöner bilyesini salıveriyor boşluğa. döne döne gidiyor göynümün efendisi, duruyor çizginin tam üstünde. mami’nin surat beş karış. mami’nin klasmanı da elbet spiral atmaya müsait. diğer bebeler ezik tabi, baş ve işaret parmağıyla daş atar gibi sallıyorlar misketleri. mütemadiyen bir ayakları sabit, bir ayak geriye gidiyor. sanki çizgiye yaklaşınca… oysa benim ve mami’nin atışı, ne bileyim, şiir gibi mesala. *** mami kalan misketlerini sayıyor. yüzünde sıkıntılı bir telaş. sesi titrek: ”baş oynayak!” üçgende usul usul kaybettiği misketleri toptan geri alma çakallığı. baba pro tabi, sesi keskin ve soğuk, resti görüyor ve kabul ediyor: ”uyar!” diğer bebeler tutuşmalarda, hiçbiri yanaşmıyor. herkes yirmi misket koyacak. başı vuran hepsini alır, başa ne kadar yaklaşırsan o kadar çoğunu alırsın. yirmiyi duyanın kaba eti düşüyor […]
7 Tem 2016 • Kişisel Blog

büyümenin hikayesi.

her zamanki gibi elimde üç misket okulun bahçesine doğru koşar adım seğirtiyorum. heybemde dün kazandığım sekseni aşkın misketin haklı gururu. mahallenin bebeleri tam tekmil, babanın ortamı müşerref kılmasının heyecanını taşıyorlar. mami’nin dişleri bilenmiş, dün kaybettiği misketlerin bedelini ödetmeye ant içmiş besbelli.

kurallar belli: si-sıç bir. si, misketin çizilen üçgenin çizgisinde kalması; sıç, misketin üçgenin içinde kalması. velhâsılı sıçan çıkar beyler.

taraflar gergin. hamle sırasını az ötede çizilen çizgiye atılan misketlerin yaklaşma mesafesi belirleyecek. baba işaret parmağıyla orta parmağı arasına sıkıştırdığı yanardöner bilyesini salıveriyor boşluğa. döne döne gidiyor göynümün efendisi, duruyor çizginin tam üstünde. mami’nin surat beş karış. mami’nin klasmanı da elbet spiral atmaya müsait. diğer bebeler ezik tabi, baş ve işaret parmağıyla daş atar gibi sallıyorlar misketleri. mütemadiyen bir ayakları sabit, bir ayak geriye gidiyor. sanki çizgiye yaklaşınca… oysa benim ve mami’nin atışı, ne bileyim, şiir gibi mesala.

***

mami kalan misketlerini sayıyor. yüzünde sıkıntılı bir telaş. sesi titrek: ”baş oynayak!” üçgende usul usul kaybettiği misketleri toptan geri alma çakallığı. baba pro tabi, sesi keskin ve soğuk, resti görüyor ve kabul ediyor: ”uyar!”

diğer bebeler tutuşmalarda, hiçbiri yanaşmıyor. herkes yirmi misket koyacak. başı vuran hepsini alır, başa ne kadar yaklaşırsan o kadar çoğunu alırsın.

yirmiyi duyanın kaba eti düşüyor tabii. mami ciddi ve yirmi de ısrarcı. göz göze geliyoruz, şakası yok. mahalle ölüm sessizliğinde. elimde saatlerce toprakta misket oynamanın verdiği sızı. elimin üstündeki hamle sırası gelenin kullandığı yara bandı kan içinde.

elbette, ”uyar!”

ilmek ilmek işlediğim mahalledeki karizmam söz konusu burada. yine çizgi. yine ben tam üstü, o ise az biraz daha ötede. ilk atış sırası her zamanki gibi babada. kimsenin ölmeyeceği ölüm gibi bir an yine. benim yüreğim tam nefesimde, mami’yse t-short’ünün kollarını kemiriyor. tüm âlem-i mahlûkât tek yürek, mahallenin en afili bilyesinin seğirtişini temâşa ediyor.

***

mami’nin iğrenç sarı dişleri. üzerimde devrimi direkten dönmüş yorgun bir devrimcinin hâlet-i rûhiyesi. misketim yerdeki taşa çarpmış, sonraki atışta da bana kalan sadece dört-beş şeref bilyesi. gevrek ağızlarda yere tükürülen tüm itibarım. mecburi istikamet: ev! bugünden bize kalan, ortamın en güçlü erkeğine boyun eğmek. ferman yazıldı, kandır dökülecek. suratıma bakılmıyor. mami bundan sonra oynanacak oyunların gereklerini bildiriyor. giderken bir ses değiyor kulaklarıma: ”si-sıç 2 beyler! sıçana bir hak daha!” ulufe dağıtıyor sanki hırto.

***

tam kapıdan çıkacağım ki… o! özgür abi. aşağı ve yukarı mahallenin, hatta daha bilip de gitmediğimiz, gidip de adını bilmediğimiz daha nice mahallenin tek abisi. rajonun ve karizmanın tecessüm etmiş hâli. bu ikinci buluşmamız. birincisi, aşağı mahalleden beni bulut bakkal’a sahte elli tl’yi kakalamam için çağırışı; ikincisi de bu. vites hemen geri. bu tip ortamların en sevilmeyeni genelde mahallenin en sevimlisi. tüm okul bahçesi ahalisi özgür abi’ye kendisinin en sevimli olmadığını ispatlama çabası içinde. gözler kalbin aynası tabi. ilk tokat samet’e. samet’in sevimlilik katsayısını artıran unsurlar üzerinde: yakalı t-short mesala.

özgür abi’nin arkasında esat var. esat, modernizm’den post-modernizme savrulan insanlığın yitirdiği anlamın benzerini ve hatta daha büyüğünü annesini kaybettiğinde yitirmiş bir eleman. ama bendeki yeri, mahallede bir eve misafir gelmiş benden üç-dört yaş büyük kolejli bebelerin, beraber basket oynama talebine evet deyişimin akabinde bebelerin -maçtan sıkılmış olsa gerekler ki- sudan sebeplerle beni dövmeye teşne oldukları zaman zarfında pantolonunun içine sallama iliştirdiği belli yürüyüşle yanımıza sirayet edip, en son hatırladığım şortlu olan bebenin bana ‘abi hehe’ deyû sırıtmasına vesile olduğundan beridir bir hayli farklı. farklı olmasına farklı elbet ama, her daim itidâl rajon gereği.

***

elimde bir güvercinin kafası. özgür abi’nin üçüncü tokatının hemen akabi. güvercin, özel olarak eczaneden lastiğinin alındığı bir sapanla esat eliyle vurulmuş. can çekişiyor. esat gözümün içine bakıyor. özgür abi tüm gücüyle bağırıyor. mahallenin bebeleri titreyen ellerime bakıyor. ”yapmak istemiyorum” diye haykırıyorum, homurtular yükseltiyor. tam çizginin üstünde misketi dans ettiren iki parmağımın arasında kımıl kımıl bir canlının boynu var. ”önce sağ, sonra sola çevir, sonra da tüm gücünle çek” diye bir ses yükseliyor mütemadiyen. midemden yukarı yükselen bir kusmuk yumrusu tam boğazıma çörekleniyor. nefes alamıyorum. önce sağ, sonra sol, sonra da tüm gücümle çekiyorum. yere serpildiğimde elimde güvercinden kalan. ne kadar geçti hatırlamıyorum. gözlerimi açıyorum. özgür abi’nin silueti giderek silikleşiyor. esat’ın gözlerinde bu zamana kadar bana karşı duymuş olduğu güvenin kendinde uyandırdığı nefreti var.

***


saat üçü on geçiyor. yarın çok erken kalkacak olmanın bunaltısı her daim ve bir gece vaktini yaracak cümle terkiplerini yeniden kendi kalbime zerk etmenin manasızlığını düşünmeme gayretiyle beni uyutmayacak bir soru sivrisinek vızıltısı gibi tam kulağımın dibinde:

ULAN BEN BİR KUŞ ÖLDÜRDÜM UYUYAMIYORUM, ELİNİZDE MİLYONLARIN KANI VARKEN SİZ NASIL BU KADAR RAHAT UYUYORSUNUZ?

ömerburaktek, yeditemmuzikibinonaltı, ankara.