dur, lütfen durDenemeler
uzunca zamandır bitiremediğim bir romanım var. tam bitireceğim, karakterlerden biri gelip oturuyor gecenin yarısında böğrüme. “sen” diyor, “niye öyle yaptığı mı hiç sordun mu bana ha?” diyor. daha cümlesine başlar başlamaz anlıyorum zaten hata ettiğimi. hemen başlıyorum özür dilemeye. “bilmiyordum, bilmiyordum gerçekten özür dilerim. bilseydim yazar mıydım, özür dilerim.” özrüm kabul oluyor, kayıyorum başka mecralara. “hah tamam şimdi oldu” diyorum, karşı komşumuz kedi mercan’ı görüyorum penceresinde. neden sonra sağbısı geliyor. tüylerini tarıyor. mercan usul usul gerinerek kuyruğunu titretiyor. sağbısı kocaman bir öpücük konduruyor yüzünün tam ortasına. dönüp minnetle başını sürtüyor sağbının koluna. bir çocuk neşeyle onlara sesleniyor. zor bela elini uzatıp başını okuyor mercan’ın. herkes olaysız dağılınca mercan’la başbaşa kalıyoruz. diyor, “ömer, la oğlum sen ciddi misin ya? cidden kimin umrunda yazdıkların? sen patolojik bir vakasın, buradan afili bir duruş hakketen çıkmaz” diyor. allah’ım, lanet olsun bu ev kedilerine! gözümü tam o sırada hiç yerinden ayrılmadan hep odama bakan yaşlı teyzeye değdiriyorum. çok ilginç, tanışmamızın ilk kertelerinde göz göze gelmelerimiz beni heyecanlandırıyordu. şimdi dakikalarca ben ona bakıyorum, o da bana. sıkılınca çekiyorum perdeyi üzerine. sanki bakışları beni delip geçiyor da içime bakıyor gibi. yani beni yargılıyor ama hiçbir yargısı hükme bağlanmıyor gibi gözleri. “hayır hayır” diyorum, “düşünme artık bunları. kitabına odaklanmalısın.” […]
uzunca zamandır bitiremediğim bir romanım var. tam bitireceğim, karakterlerden biri gelip oturuyor gecenin yarısında böğrüme. “sen” diyor, “niye öyle yaptığı mı hiç sordun mu bana ha?” diyor. daha cümlesine başlar başlamaz anlıyorum zaten hata ettiğimi. hemen başlıyorum özür dilemeye. “bilmiyordum, bilmiyordum gerçekten özür dilerim. bilseydim yazar mıydım, özür dilerim.” özrüm kabul oluyor, kayıyorum başka mecralara. “hah tamam şimdi oldu” diyorum, karşı komşumuz kedi mercan’ı görüyorum penceresinde. neden sonra sağbısı geliyor. tüylerini tarıyor. mercan usul usul gerinerek kuyruğunu titretiyor. sağbısı kocaman bir öpücük konduruyor yüzünün tam ortasına. dönüp minnetle başını sürtüyor sağbının koluna. bir çocuk neşeyle onlara sesleniyor. zor bela elini uzatıp başını okuyor mercan’ın. herkes olaysız dağılınca mercan’la başbaşa kalıyoruz. diyor, “ömer, la oğlum sen ciddi misin ya? cidden kimin umrunda yazdıkların? sen patolojik bir vakasın, buradan afili bir duruş hakketen çıkmaz” diyor. allah’ım, lanet olsun bu ev kedilerine! gözümü tam o sırada hiç yerinden ayrılmadan hep odama bakan yaşlı teyzeye değdiriyorum. çok ilginç, tanışmamızın ilk kertelerinde göz göze gelmelerimiz beni heyecanlandırıyordu. şimdi dakikalarca ben ona bakıyorum, o da bana. sıkılınca çekiyorum perdeyi üzerine. sanki bakışları beni delip geçiyor da içime bakıyor gibi. yani beni yargılıyor ama hiçbir yargısı hükme bağlanmıyor gibi gözleri. “hayır hayır” diyorum, “düşünme artık bunları. kitabına odaklanmalısın.” tam o sırada pencereleri açık yer altı evlerinde bir hayatın akışına şahit oluyorum güzide dar üsküdar sokağımızda. “ne olur ömer” diye ayağa kalkıp bağırasım geliyor. odaklan, odaklan… hayır, o beyaz atletli amcanın işe gidişini, yastığa başını koyuşunu, çocukluğunu, çocukken komşusundan su isteyişini, ilk sevgilisini, karısını istemeye gittiklerindeki heyecanını düşünemezsin. düşünmemelisin. dur, lütfen dur…