islâm öncesi mekke dönemiDenemeler
”- ihsan süreyya sırma, islâm öncesi mekke dönemi, beyan yayınları, 25. baskı” okununca not düşülen: mekke’de ticaret gelişkin, din adamları iri kıyım, piyasa serbest, sömürü mutlak, faiz dünya gerçeği, zulüm her yanda, bizans ve sasanî reel politik gereği mekke ile dost idi. yürürlükte olan düzene dair cümle terkipleri içermeyen dinî anlayışlara, mekke’nin semiz sermaye ve iktidar sahipleri bir beis görmüyordu. dünyadaki tüm köleleri azat etme telaşına düşmese idi müslümanlar, elbette mekke müşriklerinin meclisinde de bir ellerinde mekke’nin siyasal iktidarı, diğer ellerinde sermayeyi tutuyor olacak idiler. velhâsılı mekke müşrikleri bir yaratıcıya inanmıyor değildi. mekke müşrikleri allah lafzını ağızından düşürüyor da değildi. ne kâfir oluşları rabbi reddedişlerinden, ne de cehl oluşları bilgisizliklerindi. kâfir idiler, çünkü hakikâtin üstünü örtüyorlardı; cahil idiler, çünkü hakikâte kayıtsız kalıyorlardı. o sıralarda da hz. muhammed (sas) ile bir alıp veremedikleri yoğ idi mekke müşriklerinin. zirâ ”el-emin” bilinen, mekke müşriklerinden bir şey almıyordu. yürürlükte olana kalbi hiç kânî olmamış olsa gerek ki, mekke’nin küfründen, hira dağına sığınıyor; öyle ki, günlerce gelmediği oluyordu. islâm’ın hâkim olmasından sonra ”ebû-cehil” diye bellenenin, islâm öncesi mekke’de künyesi ”ebû-l hakem”di. demek ki her toplum, kendi hakemini veya kendi cahilini, hakikât ile kurduğu ilinti nispetinde meydana getiriyor. yani küfrün hakimiyetinde, ebu cehillerin hakemliğine; hakem bellememiz gerekenlerin […]
”- ihsan süreyya sırma, islâm öncesi mekke dönemi, beyan yayınları, 25. baskı” okununca not düşülen:
mekke’de ticaret gelişkin, din adamları iri kıyım, piyasa serbest, sömürü mutlak, faiz dünya gerçeği, zulüm her yanda, bizans ve sasanî reel politik gereği mekke ile dost idi. yürürlükte olan düzene dair cümle terkipleri içermeyen dinî anlayışlara, mekke’nin semiz sermaye ve iktidar sahipleri bir beis görmüyordu. dünyadaki tüm köleleri azat etme telaşına düşmese idi müslümanlar, elbette mekke müşriklerinin meclisinde de bir ellerinde mekke’nin siyasal iktidarı, diğer ellerinde sermayeyi tutuyor olacak idiler. velhâsılı mekke müşrikleri bir yaratıcıya inanmıyor değildi. mekke müşrikleri allah lafzını ağızından düşürüyor da değildi. ne kâfir oluşları rabbi reddedişlerinden, ne de cehl oluşları bilgisizliklerindi. kâfir idiler, çünkü hakikâtin üstünü örtüyorlardı; cahil idiler, çünkü hakikâte kayıtsız kalıyorlardı.
o sıralarda da hz. muhammed (sas) ile bir alıp veremedikleri yoğ idi mekke müşriklerinin. zirâ ”el-emin” bilinen, mekke müşriklerinden bir şey almıyordu. yürürlükte olana kalbi hiç kânî olmamış olsa gerek ki, mekke’nin küfründen, hira dağına sığınıyor; öyle ki, günlerce gelmediği oluyordu.
islâm’ın hâkim olmasından sonra ”ebû-cehil” diye bellenenin, islâm öncesi mekke’de künyesi ”ebû-l hakem”di. demek ki her toplum, kendi hakemini veya kendi cahilini, hakikât ile kurduğu ilinti nispetinde meydana getiriyor. yani küfrün hakimiyetinde, ebu cehillerin hakemliğine; hakem bellememiz gerekenlerin de cahil diye lanse edilmesine rastlamak mümkün.
bugünse küresel zamanların coni müslümanları olarak, her platformda ulusa sesleniş tadında konuşan abilerimizin bizler için birer ”el-emin” olamayışının hüznü içinde; şu tepenin ardında saldırmaya hazır ve müsellah bir ordunun örneklemiyle eminliğini sınayacak insanların özlemi içinde; kuşu ölen çocuğa taziyeye giden peygamberimize kalbimizde hiç yer açamanın ızdırabı içinde yaşamağa dair bir telaşla bize ayrılan zaman ve mekanın içinden geçip gidiyoruz işte. hakikât-en: ”fe eyne tezhebun?” *
on ocak iki bin on altı
ömer burak tek