Mesele 2: CivilizationDenemeler

“Kavramlar namusumuzdur.” diyor Cemil Meriç. Bu ne demek? “Eğer kavramlarımızı yitirirsek, namusumuz da elimizden gider.” diye anlamak da mümkün, “Eğer elimizde kavramlarımız yoksa, bir namusumuz da yok demektir.” diye anlamak da mümkün. Benim tercihim ikincisinden yana. Bugün özelde Türkiyeli Müslümanlar, genelde de Müslümanlar olmak üzere, kaybettiğimiz bir kavram olmamış hiç. Kültür emperyalizmine karşı gösterdiğimiz sağlam mukavemetle bir alakası yok tabii bunun. Bunun nedeni, bugüne kadar hiçbir kavram ortaya koyamamış oluşumuz. “Civilization” kavramı da içine düştüğümüz bu hengâmenin keşmekeşliğini suratımıza çarpan en belirgin örnek. O yüzden ilk meselemizi —hangi meseleleri mesele edinmemiz gerektiği meselesi— olarak bellediysek eğer, ikinci mesele olarak “civilization”ı ele almanın vakti gelmiş demektir. “Civilization” Türkçeye medeniyet, uygarlık olarak çevriliyor. Dört başı mamur bir tanımı olmadığı için de, mütemadiyen farklı ele alınıyor bu kavram. Oysa “Medeniyet uygarlık değil, şehir de kent değildir.” diyerek en sağlam çıkışı yapıyor Lütfi Bergen. “Civilization” dediğimiz bir toplumun bilinç haritası, fonksiyonu. Yani bir toplumun nasıl giyineceğini, nasıl yönetileceğini, nasıl evler yapacağını, nasıl üretim yapacağını… belirlediği düşünce fonksiyonu. Medeniyet’ten anladığımız ise, kökü “Medine”den gelen, Müslümanların bir toplumsallık inşa etmesi. Müslümanların Cuma namazı kılarak yaşadıkları toplumun Müslüman olduğunu beyan etmesi bir nevi. Medenî olmayı yürüyen merdivende sol tarafı boş bırakmak olarak anlamak isteyenlerin işine gelmeyen bir “medeniyet” […]
29 Kas 2015 • Kişisel Blog

“Kavramlar namusumuzdur.” diyor Cemil Meriç. Bu ne demek? “Eğer kavramlarımızı yitirirsek, namusumuz da elimizden gider.” diye anlamak da mümkün, “Eğer elimizde kavramlarımız yoksa, bir namusumuz da yok demektir.” diye anlamak da mümkün. Benim tercihim ikincisinden yana.

Bugün özelde Türkiyeli Müslümanlar, genelde de Müslümanlar olmak üzere, kaybettiğimiz bir kavram olmamış hiç. Kültür emperyalizmine karşı gösterdiğimiz sağlam mukavemetle bir alakası yok tabii bunun. Bunun nedeni, bugüne kadar hiçbir kavram ortaya koyamamış oluşumuz.

“Civilization” kavramı da içine düştüğümüz bu hengâmenin keşmekeşliğini suratımıza çarpan en belirgin örnek. O yüzden ilk meselemizi —hangi meseleleri mesele edinmemiz gerektiği meselesi— olarak bellediysek eğer, ikinci mesele olarak “civilization”ı ele almanın vakti gelmiş demektir.

“Civilization” Türkçeye medeniyet, uygarlık olarak çevriliyor. Dört başı mamur bir tanımı olmadığı için de, mütemadiyen farklı ele alınıyor bu kavram. Oysa “Medeniyet uygarlık değil, şehir de kent değildir.” diyerek en sağlam çıkışı yapıyor Lütfi Bergen.

“Civilization” dediğimiz bir toplumun bilinç haritası, fonksiyonu. Yani bir toplumun nasıl giyineceğini, nasıl yönetileceğini, nasıl evler yapacağını, nasıl üretim yapacağını… belirlediği düşünce fonksiyonu.

Medeniyet’ten anladığımız ise, kökü “Medine”den gelen, Müslümanların bir toplumsallık inşa etmesi. Müslümanların Cuma namazı kılarak yaşadıkları toplumun Müslüman olduğunu beyan etmesi bir nevi. Medenî olmayı yürüyen merdivende sol tarafı boş bırakmak olarak anlamak isteyenlerin işine gelmeyen bir “medeniyet” tanımı bu. Çünkü tanım böyle konulursa eğer, Müslümanlar olarak neden bir Amerikalıyla aynı libası üzerimize geçirdiğimiz, aynı ekonomik modelleri kullandığımız, aynı değer yargılarıyla ahlâk normları oluşturduğumuz…un sorgusu yapılacak.

Bu sorgulama yapılmasın diye, Batı uygarlığının az gelişmiş(!) ülkelerdeki taşeronları, “medeniyet” diyorlar, “köprüdür, viyadüktür, gökdelendir, finans şirketleridir…” Oysa biz biliyoruz ki, Mekke’de zamanın en büyük kervanları varken, dönemin en güçlü dinî figürleri varken, gelişmiş savaş teknikleri varken, Medine olan, Medînetü’n Nebî olan, medeniyet olan Mekke olmuyor; Müslümanların “birey Müslümanlığı”nı terk edip, Cuma namazı kılmaları ve bir hukuka tâbi olmalarıyla bir Müslüman toplumsallık inşâ ettikleri Medine oluyor.

Bugünse Türkiyeli Müslümanlar olarak, 1000’li senelerden beri müntesibi olduğumuz, daha sonra Kemalizm’le beraber terk ettiğimiz (terk ettirilen) İslam medeniyetinin bu topraklarda yeniden yürürlüğe konması, muhafazakâr kadrolar eliyle imkânsız hâle getiriliyor. Batı uygarlığının üçlü saç ayağı yani Hristiyanlık, Roma’dan intikal eden pagan kültür ve hümanist ideoloji (hümanizmle neşet eden bireysellik de eklenebilir) görmezden gelinerek; Batı uygarlığının bizlere icbar ettiği kurumların, değerlerin, ulus-devlet modelinin, ekonomik işleyişlerin muhafazasından bahsediliyor.

Sürekli “ilerideki” vagona geçmekten bahis açılıyor. Bugün, Müslümanlar dualarında dahi trenden atlamak, trenin yolunu değiştirmek, trenin yönünü kaydırmak gibi bir telaşı kalplerinde taşımıyor.

Taşıyanlarsa elbet vardır, irtibatı koparmayalım.