Bizim Bulduklarımız Sizin AramadıklarınızdırDenemeler

Münazaranın neden önemli olduğunu, nasıl yapılacağını, tüm detaylarını dersten öğrenmişiz. Ondan olsa gerek, fazlaca beklenti içindeyiz. Müdürün göbeğini kaşıması, hocalardan birinin de dişlerinin arasında kalan bir şeyleri temizlemeye çalışması; münazaraya olan inancımıza leke sürmüyor.
18 Şubat 2014 • Kişisel Blog

Öğle arası bitmiş, sınıfa doğru koşar adımlarla gidiyorum. Sınıfta değişik bir atmosfer var. “Ne ola ki?” diyecekken, biri yapıştırıyor haberi, ”münazara varmış da gardaş, konferans salonuna gidiyok.” Bizim de canımıza millet, sivilcedaşlarla konferans salonuna meylediyoruz.

Salon hıncahınç dolu, öğrenciler heyecanlı, jüri yerini almış, atmosfer gergin. Jüride; edebiyat hocaları, okul dergisinde çalışan kaşarlı ergenlerden birkaçı, bir de müdür.

Münazaranın neden önemli olduğunu, nasıl yapılacağını, tüm detaylarını dersten öğrenmişiz. Ondan olsa gerek, fazlaca beklenti içindeyiz. Müdürün göbeğini kaşıması, hocalardan birinin de dişlerinin arasında kalan bir şeyleri temizlemeye çalışması; münazaraya olan inancımıza leke sürmüyor.

Heyecanlı sunucu, uzun uzun hoş geldiniz faslından sonra, konuyu açıklıyor: ”Günlük hayatta kimyasal maddelerin kullanımı doğru mudur?”

Perde açılıyor ve on birinci sınıf pek şahane ergenlerden biri girişi yapıyor:

”Kimyasal maddeler hayatımızın her alanında bizlere yardımcı oluyor. Deterjan ev temizliğinde, antifriz soğuk kış günlerinde arabalarda…”

Onuncu sınıfların en cevval hacivatı durur mu? Yapıştırıyor cevabı:

”Evet, yardımcı oluyor ama, deterjanlar sabunlar kansere neden oluyor. İnsanlar ölüyor sizin gibiler yüzünden. Eğer bu tip kimyasallar olmasa insanlar daha uzun yaşar.”

Gencin çıkışı, karşı dimağ bulduğu için hırçınlaşan sesi komiğimize gidiyor. Tam gülecekken, münazaranın beş farzından ilki aklımıza geliyor: Seyirciler konuşmacıları etkilemez, sadece izler.

Daha on dakika olmadan konuşmacılar gerilmiş, moderatöre çıkışır olmuşlar. Tabi daha o zamanlar Davos olayı yok. Olsaydı bizimkiler çoktan çıkmışlardı salondan. Seslerin artması, konudan uzaklaşılmasının akabinde; şu zamana kadar hiç konuşmamış, ceketinin düğmesini açmamayı namus meselesi kabul etmiş bir genç, heyecanla ayağa kalkıyor ve tüm gücüyle bağırıyor:

“Hayır nasıl ya!? Demeyim demeyim diyom da! Bi’ kere ben seni geçen teneffüs gantinde gola içerken gördüm. Görmedim mi olum, yanımda Yasin de vardı. Madem kimyasallara garşısınız, niye içiyon golayı?”

Salon şok olmuş, zifiri sessizlik çökmüş ortama. Sessizliği bozan arkalardan birinin tek bir el çırpması. Tek bir kıvılcımı alan salon, yıkılıyor. Alkışlar, ıslıklar, helal olsunlar gırla gidiyor. Müdür sahneye çıkıyor. “Salonun da teveccühü ile münazarayı gazanan taraf, aha bu yannı oldu!” diyor.

***

Hacettepe Üniversitesi Ekonomi Topluluğu, kamu sektörü tanıtım günleri düzenliyor. Kahvecizade’den kahvelerimiz, Uno’dan kruvasanlarımız, bir de girilmesi hayal olarak görülen yerlerden bize kendi sektörlerini anlatacak olan Hacettepe mezunlarını görme heyecanımız var.

Yavaş yavaş salon doluyor, ve işte beklenen an… Banka Düzenleme ve Denetleme Kurulu’ndan; bembeyaz dişleri, sportif vücudu, dinamik duruşuyla bir filinta arzı endam ediyor sahnede. hayallerimizin gözle görülür hali, bankacı abimiz başlıyor konuşmaya. herkes tek yürek, tek kulak; yauşukluyu dinliyor.

En az on bin lira maaş diyor, gülücükler dökülüyor gencecik yüzlere. Yurt dışı imkanı diyor, genç dimağlar rüyalarını teslim ediyor “BDDK” temsilcisi, güzide abişimize…

Sonra onun konuşması bitiyor; Danıştay’dan, Merkez Bankası’ndan, Rekabet Kurumu’ndan elçiler geliyor okulumuza. Anlattıkça da rüyalarımıza, heyecanlarımıza giriyorlar.

Para diyorlar, prestij diyorlar, ayrıcalık diyorlar; bizden de heyecan bekliyorlar, salon yıkılıyor.

Oturum aralarında, kahveler yudumlanırken, ”abi çok iyi yeaa” nidaları yükseliyor.

***

İsmail bir kitap elime tutuşturuyor. İsmi bir garip: ”allah’ını seven defanstan ayrılmasın”. İki günde bitirebilmek için zorluyorum kendimi, bir günde bitirince yarının hakkı geçmesinden korkuyorum. Sonra yazarın blog’unu açıyorum, “birkaç iyi adam’ın sitesine hoş geldiniz” diyor.

Bir gün yazarla tanışma fırsatı yakalıyorum. Yeni bir dünya’ya inanın diyor, birkaç iyi adam’a inanın diyor. bunlar hep söylenen şeyler, ben sadece yeniden söylüyorum diyor ama; ilk defa heyecanlanıyorum.

Çorbalarımız geliyor, içiyoruz. bir şeyler söyleyeceğim diye cümleye giriyorum, o da ne, cümlelerin yüklemi yok. Hemen düzeltiyor durumu, konuyu değiştiriyor; mahcup olmayayım diye.

birkaç’ını bilmem ama, birisini bulduk sanırım diyorum kendime.

***

Kişisel not: Kıssaları severim, hisseleri değil. Hissemi biri bana anlatınca, eksik kaldığına inanırım. Benzer durumlar arasındaki farkı, farklı durumlar arasındaki benzerlikleri gören zekaya inanırım. Eğer göremiyorsam bilgi ile malumat arasındaki ilişkiyi, yeniden bakmayı denerim. Sana da tavsiye ederim.