epistomolojik eğilimin ontolojik kaygısı perspektifinde homo bilimus kisvesinin dayanılmaz hafifliği bölü kök üçDenemeler
inanır mısın, insanlık olarak beş yüz on milyon kilometre uzaktaki göktaşına indik, hâlâ annemi seviyorum. hatta var ya, geçen ay iki atomaltı parçacık keşfetmemize rağmen, annem bana kahve yapar, ben o’na ”ellerine sağlık” derim, o bana güler, yok yok ben ciddi dururum, sonra da ”ah be keşke güleydim” der, yine de kalkıp o’nu sevdiğimi söyleyemem, üzülürüm, öksüz kalırım. geçen on yılda da iphone teknolojisini geliştirdik, yüz nakli yaptık, buna rağmen evde babam koridordan geçerken hâlâ sırtıma vurur, benim de mütemadiyen özgüvenim küheylan olur, çatlayana kadar fışkırır ruh-i mücerred gibi muhtelif yerlerimden. baba figürü ve özgüven ilişkisi, annelik ve sevgi ilintisini bilimsel bakış açısıyla değerlendirebilir ve bunları psikolojik, sosyolojik, biyolojik ve daha bir sürü şey ile açıklayabiliriz. -harbi mi?- kanaatimce hayır. anthony standen’da ‘bilim kutsal bir inektir’ kitabında bu -harbilik- meselesini irdeliyor. bununla da kalmayıp, günümüzde bilimin, bilimsel bakış açısının ve de elbette bilim adamlarının kendilerine biçmiş oldukları misyonun ne denlü şişirilmiş bir balon olduğunu okuyucunun yüzünde ‘turist gören taksici sırıtması’ bırakarak bizlere sunuyor. başlamadan evvel belirtmekte fayda var: hazin bir trafik kazasında kolunu yitirmiş üç yaşında bir güzellik abidesine umut kaynağı olan, ona protez kolu armağan eden bir bilime bilim adamına veyahut her yıl binlerce ölüme sebebiyet veren bir virüse ”hele […]
inanır mısın, insanlık olarak beş yüz on milyon kilometre uzaktaki göktaşına indik, hâlâ annemi seviyorum. hatta var ya, geçen ay iki atomaltı parçacık keşfetmemize rağmen, annem bana kahve yapar, ben o’na ”ellerine sağlık” derim, o bana güler, yok yok ben ciddi dururum, sonra da ”ah be keşke güleydim” der, yine de kalkıp o’nu sevdiğimi söyleyemem, üzülürüm, öksüz kalırım.
geçen on yılda da iphone teknolojisini geliştirdik, yüz nakli yaptık, buna rağmen evde babam koridordan geçerken hâlâ sırtıma vurur, benim de mütemadiyen özgüvenim küheylan olur, çatlayana kadar fışkırır ruh-i mücerred gibi muhtelif yerlerimden.
baba figürü ve özgüven ilişkisi, annelik ve sevgi ilintisini bilimsel bakış açısıyla değerlendirebilir ve bunları psikolojik, sosyolojik, biyolojik ve daha bir sürü şey ile açıklayabiliriz. -harbi mi?- kanaatimce hayır. anthony standen’da ‘bilim kutsal bir inektir’ kitabında bu -harbilik- meselesini irdeliyor. bununla da kalmayıp, günümüzde bilimin, bilimsel bakış açısının ve de elbette bilim adamlarının kendilerine biçmiş oldukları misyonun ne denlü şişirilmiş bir balon olduğunu okuyucunun yüzünde ‘turist gören taksici sırıtması’ bırakarak bizlere sunuyor.
başlamadan evvel belirtmekte fayda var: hazin bir trafik kazasında kolunu yitirmiş üç yaşında bir güzellik abidesine umut kaynağı olan, ona protez kolu armağan eden bir bilime bilim adamına veyahut her yıl binlerce ölüme sebebiyet veren bir virüse ”hele bi dur yiğido” diyen bir bilimsel bakış açısına karşı olmak, elbette abes olur. lakin, bir bilim adamı ya da eğitimci ”-eğer bir öğrenci fen dersini bitirdiğinde tipik bilimsel bakış açısına sahip olursa, mutlu ve başarılı bir hayat sürdürmesine yardımcı olacak bir ahlaki değer kazanmış demektir” deyu bir cümle kurar ve de ben bu ses dalgalarını yakalar, bunları mekanik basınç dalgalarına aktarır ve de beynimin anlayacağı ses dalgalarına çevirirsem, -kısaca duymak diyecektim de o zaman pek bilimsel olmuyor- o vakit bu mendebur adamı smith’in ‘halkların zenginliği’ kitabı ile bayıltmak, bayılınca da freud’la rüyalarına girip, orada da marx’ın ‘das capital’i ile bir daha bayıltmak bilfiil boynumuzun borcu olur.
ben bu insanlara ‘homo bilimus’ diyeceğim. bunlara şimdi ”-ilk defa kavram ürettim, çok heyecanlıyım” deseniz, ”-bu tip belirtiler anksiyetenin bedensel belirtileridir” derler. ”şiirden bahsedeyim, yavaştan ortama hava salınsın bari” deseniz, bu seferde ”şiire gösterilen duygusal tepkinin sadece çeşitli sözcükler arasında olduğunu, termodinamik okumak gerektiğini” söylerler. yetişkin bir ‘homo bilimus’, insanlığımızın nötronlar ile ahbaplığımız kadar olduğunu savunmakta hiçbir beis görmez. üstüne bir de akşamları sahilde akdeniz akşamlarını dinlerken füzyon üzerine bahsetmemiz gerektiğini söyler. haliyle bununla da yetinmez, işi toplumu ‘eğ’meye kadar götürür: bilim adamlarının yetişkin ve ergenlere, evrenin doğası, insanın oradaki yeri, insan hayatının anlamı ve değeri hakkında bilimin savunulmaz kıldığı geleneksel dini inançların yerine geçecek yeni kavramlar ve düşünceler arama yolunda bir sorumluluğu olduğuna inanır.
bilim adamlarına biçilen bu kumaş ile sosyete pazarından alınan ‘abidas’ eşofmanının kumaşının arasında büyük bir benzerlik var. ikisi de cafcaflı, ikisi de parıltılı lakin ikisi de daha ilk giyişte yırtılmaya mahkum. ilk olarak, bilim adamlarının sıradan insanlardan çok defa daha zeki olduğunu söyleyemek hata. her meslek erbâbında rastlanılabileceği gibi, meslektaşlarına nazaran zeki olan bilim adamları elbette vardır. lakin bu, bilim adamlarının da her sıradan insan gibi kendi işlerine yoğunlaşmış ve orada uzmanlaşmış olduklarından ötede bir anlam ifade etmez. bilimsel yöntemle edinilmiş son derece düz ve sıkıcı olan bir şeyde olağanüstü erdemler olduğunu düşünmemiz için bir neden yoktur. bilimin görevi satranç taşlarının hareketlerini tanımlamaktır, satranç oynamak değil.
yetişkin bir ‘homo bilimus’ entelektüel bir sopayla bertaraf edilmediği sürece sizi dehşetvâri düşüncelere gark edebilir. bunun en bilinen örneği ‘bilimin ilerleyerek bir gün her şeyi bileceği’ düşüncesidir. öyle ki bilim her geçen saniye gelişerek ilerler. bugün bilmediği bir şeyi yarın öğrenecek, yarın bilmediğini de bir sonraki hafta ama elbette bir gün öğrenecektir ve zamanı geldiğinde bilimin bilemediği hiçbir şey olmayacaktır. bir diğeri ise inançların beş para etmez, bir takım hurafeler olduğu ve bilginin ancak ve ancak bilimsel gözlem ile elde edileceğidir. diyelim hayaletlere mi inanıyorsun? böyle bir şey kesinlikle söz konusu olamaz, çünkü bilimsel değildir. bilimsel bakış açısı ortaya konulan tüm olasılıkları gözler, sonra onları deneyle sınar, ancak bu sınavdan başarıyla geçenler bilgidir. hatta bir tek onlar ahlakîdir ve de hatta yalnızca onlar mutlak doğrudur. yani bilginin tek kaynağı bilimdir, onun kaynağı da deney ve gözlemdir. eğer bir insan hayaletler vardır diyorsa, yeterince bilimsel olarak ‘aydınlanmamış’ bir insanın birkaç vızırtısıdır olsa olsa. lakin burada ‘homo bilimus’ ”hayaletlerin bilim adamları gidince ortaya çıkabileceği” varsayımını ele almamaktadır. çünkü o bilimin sınırlarını bilimsel gözleme tâbi tutarak sınamaz. bilim olarak kendisine verdiği misyonun bile deney ve gözleme dayanmadığını göremeyecek kadar aciz durumdadır.
‘homo bilimus’ ayrıca kendisini tüm inançların üzerine görür. çünkü bilim, inanç gibi safsatalardan arındırılmış salt bilgidir. oysa bilim de yeryüzünde vârolan yasaların her ahval ve şeriatta tekrarlanacağı ‘inancı’ üzerine kurulmuştur. yüz kere beyaz top siyah topa çarpar ve siyah top harekete geçer. elmayı bir milyon kere yere bırakırsan, bir milyon kere yere düşer. o halde bilimsel olarak etki-tepki ve yerçekimi yasalarından bahsedebiliriz. lakin yüzbirinci kez siyah topun hareketi geçeceğini veyahut yine bir milyon birinci kez topun yere düşeceğini ‘bil’emeyiz, buna ‘inan’ırız.
bir köylü düşünelim. bu adam her sabah tavuğa yem verip, kafasını okşuyor. yarın sabah yine köylü tavuğa yem verip kafasını okşuyor. bu böyle doksan dokuz gün sürüyor. yüzüncü gün köylü tavuğu eline alıyor ve kafasını kopartıveriyor. olayın doksan dokuz kere cereyan etmesi, yüzüncü gün köylünün tavuğun butuna dişlerini geçirmek istemesine bir mâhal vermiyor. elbette biz de yerçekimini sınamak için pencereden atlamıyoruz ama düşeceğimizi bilmiyoruz, buna inanıyoruz.
‘homo bilimus’ doğru soruyu soramaz.
homo bilimus’ doğru cevabı almayı bilmez.
ve hatta ‘homo bilimus’ doğru cevabı bulsa, onunla ne yapacağını dahi bilmez.
ömer burak tek
antony standen ”bilim kutsal bir inektir” anadolu gençlik dergisi, ocak 2015