İslamcılığın Üç HâliDenemeler

“İnsanlar Çok Duvar Ördüler Ama Yeterince Köprü İnşa Etmediler” [Hasan Mesudi -2016] İslamcılığın “pratik düzlemde” üç hâli olduğunu düşünüyorum. Ancak bu ayrıma gitmeden evvel, İslamcılık üzerinde bir mutabakat sağlamak adına, İslamcılığın birbiriyle mündemiç olan şu üç talebini irdelememiz gerekiyor. İslamcılığın en temel talebi Kur’an ve sünnete “dönüş”tür. Malum, modernizmle beraber bilginin kaynağı akıl olarak görülmeye başlanmış ve tüm kurumlar bu anlayış üzerine reform edilmiştir. Bu süreçte kamusal alandan diğer kurumlar gibi dinin de çekilmesiyle beraber İslamcılık buna bir “tepki” olarak doğmuş ve premodern dönemde olduğu gibi yeniden İslam’ın (yani Kur’an ve sünnetin) bilginin kaynağı olarak görülmesini istemiştir. İslamcılığın ikinci talebi ise içtihat kapısının “yeniden” açılmasıdır. Dinin kamusal alandaki hükümranlığının bitmesi ile içtihat kapısı kapanmış ve insanlar, artık önlerine gelen sorunları dinin hükümlerine göre değil, aklın gerektirdiği rasyonel çözümlemeler ve “uzman görüşleri” ile çözmeye başlamışlardır. İslamcılık ise bir ideoloji olarak dinin yeniden ölçüt olmasını talep etmektedir. İslamcılığın son talebi ise cihat ruhunun “uyandırılması”dır. Cihat, İslam nizamını tesis etmek ve savunmak adına yapılan tüm uğraşlara verilen genel addır. İslamcılık, İslami terminolojide yer alan bu kavramı modern dünyaya uyarlamıştır. Bu uyarlama hayli önemli bir yapıya sahiptir, çünkü bu ayrım, “sıradan” bir Müslüman ile İslamcının kendisini ayırt etmesine imkân sağlamaktadır. Daha da açmak gerekirse, İslam […]
22 Nis 2020 • Kişisel Blog

“İnsanlar Çok Duvar Ördüler Ama Yeterince Köprü İnşa Etmediler” [Hasan Mesudi -2016]

İslamcılığın “pratik düzlemde” üç hâli olduğunu düşünüyorum.

Ancak bu ayrıma gitmeden evvel, İslamcılık üzerinde bir mutabakat sağlamak adına, İslamcılığın birbiriyle mündemiç olan şu üç talebini irdelememiz gerekiyor.

İslamcılığın en temel talebi Kur’an ve sünnete “dönüş”tür. Malum, modernizmle beraber bilginin kaynağı akıl olarak görülmeye başlanmış ve tüm kurumlar bu anlayış üzerine reform edilmiştir. Bu süreçte kamusal alandan diğer kurumlar gibi dinin de çekilmesiyle beraber İslamcılık buna bir “tepki” olarak doğmuş ve premodern dönemde olduğu gibi yeniden İslam’ın (yani Kur’an ve sünnetin) bilginin kaynağı olarak görülmesini istemiştir.

İslamcılığın ikinci talebi ise içtihat kapısının “yeniden” açılmasıdır. Dinin kamusal alandaki hükümranlığının bitmesi ile içtihat kapısı kapanmış ve insanlar, artık önlerine gelen sorunları dinin hükümlerine göre değil, aklın gerektirdiği rasyonel çözümlemeler ve “uzman görüşleri” ile çözmeye başlamışlardır. İslamcılık ise bir ideoloji olarak dinin yeniden ölçüt olmasını talep etmektedir.

İslamcılığın son talebi ise cihat ruhunun “uyandırılması”dır. Cihat, İslam nizamını tesis etmek ve savunmak adına yapılan tüm uğraşlara verilen genel addır. İslamcılık, İslami terminolojide yer alan bu kavramı modern dünyaya uyarlamıştır. Bu uyarlama hayli önemli bir yapıya sahiptir, çünkü bu ayrım, “sıradan” bir Müslüman ile İslamcının kendisini ayırt etmesine imkân sağlamaktadır.

Daha da açmak gerekirse, İslam dininde kendisinin Müslüman olarak tanımlayan herkesin Müslüman olarak kabul edilmesi yönünde genel bir anlayış bulunmaktadır. O hâlde modernizmle kavgası olmayan bir Müslüman birey ne ile suçlanabilir? Burada devreye “cihat” kavramı girmekte ve İslamcılık, bu kişiyi cihat yapmamakla suçlama imkânı bulmaktadır. Örneğin Necmettin Erbakan ünlü sözünde, hayatın iman ve cihat olduğunu ifade etmekte, sadece iman etmenin yetmeyeceğinin altını çizmektedir.

Teorik boyutta bu üç talep üzerine inşa edilen İslamcılık, tarihsel süreç içerisinde pratikte üç form hâlinde karşımıza çıkmaktadır.

Bunlardan ilki, İran Tipi İslamcılık’tır. İslamcılığın prototipi olan İran Tipi İslamcılık, bu taleplerin gerçekleşmesi için aynı İran’daki gibi bir devlete ve anayasaya ihtiyaç olduğunu düşünür. Modernizmle beraber ortaya çıkmış ulus devletin İslamileştirilmesinden yanadır. Bu anlayışa göre, bir toprak parçasında İslami bir nizamdan bahsetmek için devlet anayasasının, kanunların, kurum ve kuruluşların vahye dayalı bir anlayışla düzenlenmesi gerekmektedir. Bu yüzden üstten inmecidir. Bu anlayışta devletin toplumu ihya ve imar etmek gibi bir misyonu ve vizyonu vardır. Örneğin, İslami anlayışta önemli bir yeri olan “Bir kötülük gördüğünüz zaman el ile düzeltin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın. Buna da gücünüz yetmezse kalben buğzedin.” lafzı İslamcılık tarafından modernize edilmiş ve buradaki el, “devlet erkini ele geçirmek” olarak algılanmıştır. Bu algının devamı niteliğinde ise şunlar söylenegelmiştir: Eğer devleti ele geçiremiyorsanız sivil toplum ile, onu da yapamıyorsanız bireysel olarak (yani oy atarak) mücadele edin. Görüldüğü üzere, burada siyasetin İslamileşmesinden ziyade bilfiil İslam doktrininin siyasileşmesi söz konusudur.

İslamcılığın pratik düzlemdeki ikinci hâli ise İhvan Tipi İslamcılık’tır.

Bu anlayışa göre yukarıda ifade ettiğimiz taleplerin gerçekleşmesi için öncelikle Müslüman bir toplumun inşa edilmesi gerekir. Bu inşa süreci, Müslüman yaşamına ait kültür, örf, gelenek ve âdetlerin tüm toplumda yaygınlaşmasıyla sağlanabilir. İslami bir devletten ziyade İslami bir toplum talebi ön plandadır. İran Tipi İslamcılık gibi tepeden inmeci değildir. Toplumun ihya ve imarı için devlet aygıtına ihtiyaç duymaz. Tam tersi, toplumun devlete şekil verdiğine inanır. Fark edildiği üzere, İhvan Tipi İslamcılık devleti karşısına almaz. Bu tavır, Sünni gelenekte var olan devlete her hâlükârda itaat etme ve tâbi olma anlayışla uyum içindedir. Bu yüzden Türkiye’de neşvünema bulan İslamcılığın omurgasını İhvan Tipi İslamcılık oluşturur.

İslamcılığın sonuncu formu olan Nahda Tipi İslamcılık ise hem irdelenmesi hem de kategorize etmesi en zor olan İslamcılık tipolojisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu, biraz da Nahda Tipi İslamcılık’ın henüz diğerleri gibi dört başı mamur bir hâle gelmemesi ve kendisi dahi kendisini henüz tanımlayamamış olması ile de ilintilidir.

Nahda Tipi İslamcılık, ne devletin ne de toplumun İslamileşmesini öngörmektedir. İhya ve imar kaygısı taşımaz. Hatta her geçen gün İslamcılığın üç talebiyle arasına mesafe koyma eğilimi içindedir. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, müreffeh bir hayat, insan hakları, sosyal devlet gibi İslamcılığın varoluşsal olarak karşısına aldığı modernizme ait kavramları olumlar; olumlamakla kalmaz, bu kavramları benimser. Bu benimsemeyi İslamiyet’in bir gereği olarak yaptığı kanısındadır. “Sistem karşıtı” kullandığı İslami jargon ile göbekten bağlı olduğu İslamcı kesime göz kırparken toplumun ihtiyaçlarını gidermeye yönelik ortaya koyduğu söylem ve politikalar ile kitleselleşip siyasi arenada merkezileşme eğilimi göstermektedir.

Bu sebeple Nahda Tipi İslamcılık, liberal, sosyal demokrat, sosyalist gibi birçok farklı kesimle kolay bir şekilde ortak bir söylem kabiliyetine sahip görünmektedir. Diğer taraftan, kullanmış olduğu İslami jargonla muhafazakâr kesimi, benimsemeye başlamış olduğu modern kavramlarla içinden çıktığı İslamcı kesimi rahatsız etmektedir.

Önümüzdeki süreçte ise, postmodernizmle beraber tüm iddia ve taleplerinin boşa düştüğü İran Tipi ve İhvan Tipi İslamcılık formlarının mecburi istikamet olarak Nahda Tipi İslamcılık’a doğru yelken açacağını düşünüyorum.

Bununla beraber, siyasi yelpazede yer alabilmek, toplumda ve siyasi düşüncede bir karşılık bulabilmek adına Nahda Tipi İslamcılık’ın da muhafazakâr/milliyetçi kesimin dışında kalan kesimlerle ortak bir zeminde buluşma gayreti içinde olacağı kanaatindeyim. Bu kesimin de muhafazakâr/milliyetçi düşüncenin domine ettiği mütedeyyin halk kitlesine hitap edebilmek adına Nahda Tipi İslamcılık’ın ilişki talebine olumlu bakacağını öngörmekteyim.

Türkiye’de ve dünyada İslamcılık üzerine söz söyleyen, pratik ya da teorik düzlemde İslamcılık ile ilişkisi olan veya geleceğin siyasi arenasında ortak bir zemin inşa etme gayretindeki herkesin İslamcılığın bu üçlü ayrımı dikkate alması gerektiği kanaatindeyim.

Ömer Burak Tek 2020, Nisan Ankara