müfettişe mektupDenemeler
kız arkadaşımdan henüz ayrılmıştım ve üstad performans görüşmesinde şöyle söylemişti: “ömer, şu anda yansıtmıyorsun ama eğer bu ayrılığı işe yansıtırsan bil ki kız arkadaşından ayrıldığın gibi biz de seninle aynı o şekilde ayrılırız.” o an, insanı yaşlandıran şeyin zamanın akması değil, zaman akarken yaşadığı şeyler olduğunun bizzat ayırdına varmıştım. o tek bir cümleden önceki yaşım ile o cümleden sonraki yaşım aynı değildi örneğin. artık daha az gülecek, daha fazla zeki demirkubuz izleyecektim. kalbimde insanlara daha az yer açacak, hüzünlü şarkılara daha çok yer verecektim veya. gözlerimi kapadığımda rüyalarımda açık ve canlı renkler değil, gri ve koyu renkler olacaktı sonra. annemin kıymetini daha çok bilecek, daha az iddialı cümleler kuracaktım yazılarımda. o cümleden sonra günlerce aynı kabusu gördüm. vızır vızır akan bir bulvarda köşede kalmıştım ve hiçbir yerde kaldırım yoktu. “ah” diyordum ve ekliyordum, “keşke ufacık bir taş olsa da üstüne çıksam.” kimsesiz, yalnız ve profesyoneldim. önce derin bir nefes çekip içime, üstadın kız arkadaşımdan ayrıldığımı nasıl öğrendiğinin şaşkınlığını içime katıp şöyle demiştim: “tabii ki üstad, iş ile duyguları birbirine karıştırmamak gerekir. teşekkür ederim uyarınız için.” hâlâ aynı teşekkürü yineliyorum: teşekkür ederim üstad. hâlâ sizin gibi secdede uzun süre kalan birini gördüğümde, kaldırımsız bir caddeden geçtiğimde veya yüzüme gülüp aslında ne kadar […]
kız arkadaşımdan henüz ayrılmıştım ve üstad performans görüşmesinde şöyle söylemişti: “ömer, şu anda yansıtmıyorsun ama eğer bu ayrılığı işe yansıtırsan bil ki kız arkadaşından ayrıldığın gibi biz de seninle aynı o şekilde ayrılırız.” o an, insanı yaşlandıran şeyin zamanın akması değil, zaman akarken yaşadığı şeyler olduğunun bizzat ayırdına varmıştım. o tek bir cümleden önceki yaşım ile o cümleden sonraki yaşım aynı değildi örneğin. artık daha az gülecek, daha fazla zeki demirkubuz izleyecektim. kalbimde insanlara daha az yer açacak, hüzünlü şarkılara daha çok yer verecektim veya. gözlerimi kapadığımda rüyalarımda açık ve canlı renkler değil, gri ve koyu renkler olacaktı sonra. annemin kıymetini daha çok bilecek, daha az iddialı cümleler kuracaktım yazılarımda. o cümleden sonra günlerce aynı kabusu gördüm. vızır vızır akan bir bulvarda köşede kalmıştım ve hiçbir yerde kaldırım yoktu. “ah” diyordum ve ekliyordum, “keşke ufacık bir taş olsa da üstüne çıksam.” kimsesiz, yalnız ve profesyoneldim. önce derin bir nefes çekip içime, üstadın kız arkadaşımdan ayrıldığımı nasıl öğrendiğinin şaşkınlığını içime katıp şöyle demiştim: “tabii ki üstad, iş ile duyguları birbirine karıştırmamak gerekir. teşekkür ederim uyarınız için.” hâlâ aynı teşekkürü yineliyorum: teşekkür ederim üstad. hâlâ sizin gibi secdede uzun süre kalan birini gördüğümde, kaldırımsız bir caddeden geçtiğimde veya yüzüme gülüp aslında ne kadar pislik olabileceklerini insanlar her unutturduğunda sizi hatırlıyorum. teşekkür ederim, “iyi ki” varsınız.
ömer burak tek, otuz mayıs iki bin yirmi, ankara.